5.12.10

kaybolması için varolması lazım bir insanın


dedi az önce selçuk yöntem, televizyonu kapattım, asabımı bozmaya hazır değilim. migren tuttuğu zaman zaten günlerce hassas bir yumurta gibi geziniyorum. her göz kırpışımda kırılıyor ve dağılıyorum.

hemen san jose'ye girişiyorum. hem de son ses, annem kahkaha atıyor ona 6. kulvardan gelen honda esprisi yapmıştım çünkü. elimi domates sosuyla yakıyorum, ne oldu diye sorması için 5 dakika bekliyoruz. sonra ben diyorum ki keşke yarın sabah sorsaydın. sonra gülüyoruz, sonra tekrar gülüyoruz. benim gözlerim de annem gibi kırışacak sürekli aynı şeylere gülüyoruz çünkü. bana çok gençsin çok yaşlı hissediyorsun diye bakıyor. ben de sen de çok mu acı çekiyorsun diye bakıyorum. sonra sorularımız havada çarpışıyor ve salonda üçlü olan avizenin üçüncüsü kendiliğinden yanıyor. sorun ne zaten bilmiyoruz, gülünce, öksürünce falan kendiliğinden yanıyor. ortalık durulunca tekrar sönüyor. zaten biz ışık sevmeyiz. karanlık her zaman daha iyidir çünkü.

içimdeki müzikleri bir şırıngaya dolduruyorum ve elimi uzattığım yer yastığımın altı oluyor. san josenin sonunda içimde alkışlar kopuyor. beni ve şarkıyı alkışlıyoruz sonra slovenya doğuyor birden gözümün önünde sonra rüya gördüğüm yastığı değiştiriyorum. o çok doldu artık. bir başka yastıkta biriktirmeye başlıyorum. bazen çok korkuyorum, bazen çok seviyorum rüyaları. yastıkları saklıyorum çünkü rüya göremeyenlere vereceğim. morrissey'den öğrendim. insanlar yastıklarını değiştirmeliymiş bazen. anlatamadıklarını anlatırlarmış birbirlerine. kaybolmadığımı da anladım ben, kaybolmak için varolmanın kavramına ulaştım.

şimdi sırada reklamlar var. ilaç reklamları, içi ilaçla dolmuş oyuncak bebeklerin reklamları. bütün lekeleri silen ama anıları silemeyen deterjanların reklamları, hiçbir yere varamadığın, koşu bandı gibi olan yolların reklamları, daha sonra radiohead dinleyen insanların belgeselleri başlayacak, sonra savaş reklamlarını son ses izleyeceğiz, siz de öldürün diyecekler, öğreneceğiz. fiyatlarının paha biçilemez olduğu sevgilerin market reyonlarında fırsat ürünü olduğunu öğreneceğiz, sonra arkadaşlıkların sonsuzluğunun reklamları yapılacak hastane bahçelerinde, odalarında.
acil servis kılavuzu dağıtılacak. ağlamak üzerine çıkıp konuşmalar yapılacak, televizyonlarımızı çok seveceğiz.

sonrası müzik kuşağı. sesini ne kadar açarsak açalım o kadar sessizleşecek sokaklar. elektirk direklerinin insan asmak için yapıldığını o yüzden bu kadar çok olduklarını anlayıp uykuya döneceğiz. sonsuza dek asılmayı bekleyeceğiz. nefes alamayacak hale geldiğimiz de dünyanın yaşanılabilir kılan adasını bulamayacağız haritada olmadığı için.

biz yine güleriz. kalabalıklara alışmaya başlıyorum sanırım ben yine.
15 günün kaldı, tekrar söylüyorum; ayakkabılarını sıkı bağla. sokaklara dökülen suların pırlantaya dönüştüğü çiçek bahçelerine gidiyorsun, sürekli sırıtman lazım, sokaklarda somurtanalara kızdıklarını duymuştum oralarda. there there'e takılmamak lazım, bazen hissettiklerin gayet gerçek olabiliyor.

1080 saat sonra her şey eskiye dönecek. ona göre.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder