23.5.11

no sign of a daylight!

hayatımı şu an durdurmak istiyorum. pause. ağustos sonunda, sabah kalktığınızda ürperirsiniz ya, o günler geldiğinde "play"e bassın biri. çünkü ben bu yazı atlatabilecekmişim gibi hissetmiyorum.

ameliyathane kapısı önünde bir soruyla irkiliyorum, cevaplayamadığım bir kaç sorudan biri. uzun sorulardan biri;

- e napıyo ?
+ bilmem ki, iyidir herhalde.
- o ne demek be!
+ pek konuşmuyoruz. sonunda mutlu işte. sanırım.
- haklısın.

have mercy on my soul ya. valla yeter. düşünseli gelsin şimdi, direk atacaklarımı biliyorum içine, numaralandırdım. tek tek bilincini yaşıyorum hepsinin. üstelik bir ütopya üzerinden. nefes alamayacak kadar ağladığımda bu konu yüz üstünde oluyor çoğu zaman..


neyse amk, çok güzel bi grup keşfettim yazıya mola verdiğim sırada. siktirdi gitti içimdeki sıkıntıda. hadi ba!



i'm patient of this plan

as humble as i can
i'll wait another day
before i turn away
but know this much is true
no matter what i do
offend in every way
i don't know what to say

i'm coming through the door
but they're expecting more
of an interesting man
sometimes i think i can
but how much can i fake
i'll speak until i break
with every word i say
offend in every way

you tell me to relax
and listen to these facts
that everyone's my friend
and will be till the end
but know this much is true
no matter what i do
no matter what i say
offend in every way


YETER ULANNNN!

20.5.11

vuku bulan bir şeyler

-bence biraz dinlenmelisin.

kafamı camın önüne koyaumıyorum. suratım yanıyor. cayır.

annemi üzdüm böylece bana hep tirenler çarpsın.

pour me another gin dasti.

18.5.11

going north is easy,

elimde arkadaşlığa adanan kitaplar dolusu kitaplar var. kül ve siyah dumandan bir nefes gibi. hatırlamaya çalıştığı hiçbir cümlesi olmayan insanlar istiyorum.

günlerim çarpık. püskürüyorum. dünya koyu sülfür. kimi barbarlar atlarına doğru koşuyorlar, kimileri duymadığı cümleleri hatırlamaya çalışıyor. bu dünyada insan dediğin hakkaten ikiye ayrılıyormuş.. ayrık bir şeyler, bir yerler. en doğal olmadığım halimin doğal anlaşılması gibi.

aynı anda aynı şarkıları dinlemekle mi. değil. aynı anda aynı şeyi düşünmekle mi. hayır.

dinlenmek, kendini dinlemeyi çağrıştırdığından çok zor. tüf. küf. haa.ha.

şimdi geçtiğimiz sokakları tek tek sorsan, tek tek hatırlamaya çalışırken unuturum. iyi bir şey çıkmayacak benden. sokak sokak cam kırarım. püskürdüğüm için şanslıyız.

ömür dediğin keskin bir tuz hikayesi. kendi dışında herkes için varoluş. babam ne zaman "sen benim genlerimi biliyor musun" diye lafa başlasa aklıma bu geliyor.

gong.

gong vurdu. püskürüyorum. içimi siktiniz.

who will take my dreams awa->y.

suyun elimin üzerinden akmıyor oluşuyla ilgilenirsem. ilgilenirim. haklı olduğumu gördüğümde primat telaşı da bitti. please dont stand too close to me..

neyse ben veremem rüyalarımı kimseye. haberiniz olsun.
kimse de gelip alamaz zaten de. cümlelerim pek patladı.

17.5.11

dreams are real as long as they last

çok ilginç şeyler oluyor oluyorlar.. rüyamda çok uzun zamandır görmediğim birini gördüm. baya güzel muhabbet ettik. dün de söyledim zaten, "ben şu rüya işlerine geri döneyim, kendimi iyi hissederim." ve döndüm de. annem sabah beni nasıl uyandıracağını bilemediğinden, "kalk ağaçta kedi kalmış pist pist nazlı nazlı kalk kurtar" dedi. ve ben rüyamda güldüm. meğer gerçekte gülmüyormuşum. ama çok güldüm. uyanamadım sonra tekrar. saçma sapan bir şey.

neyse o rüyamda gördüğüm insan bir şarkı öğretmişti zamanında bana. sonra ben bunu hiç düşünmedim uyandığım ve ofisin girişine geldiğim süre içerisinde. tam asansördeyken. adını ve kimin söylediğini hatırlamadığım şarkı geldi aklıma. nasıl gelir böyle değil mi işte bence en can alıcı nokta orası, hiçbir şey hatırlamadığın bir anın, bir şarkının veya bir sahnenin aklınıza gelmesi. çok garip bir beyin işi bu. bunu soruşturacağım ben. kendimi çok garip hissediyorum. sanki her an uçacakmışım gibiyim. şey gibi; "aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaay felt like I could just fly" o aaaaaay'ı yerim.

ve şarkıyı buldum, sadece avusturalyalı olduğunu biliyordum söyleyenin, ülke müzik piyasasına göz gezdirdikten sonra buldum. ve size söylemeyeceğim. neyse.

bazı anlar. çok eşsizler. it's time to put the earphones on.

aynı nakarat

aynı aynı.

yıldızlı tepenin altında yaşanılanlar eski bir sanrı şimdi. "simay beni affet var mı?" "ecem azıcık daha rakı içelim lan!" "cana gel şu taşlarda uyuyalım." "candemir denize girsek mi?" "ama bak oskay o mangalla ne kadar çok uğraştın, gel ye azıcık" "gökyüzü çok güzel lan" "kaan mumlarla bir şeyler."

dikkat.
sanrı mı ne.

16.5.11

I wanted you to step into my world

yaz geliyor..
caneriğinin gevşemesiyle, acılarınız da gevşeyecek. ağrını unutturacak hiçbir şey veremem ateş böceğinden başka. ben size bunu okadar açık söylemişken. portakal suyu yok mu? bu mevsimde olmaz.

bu mevsimde ben primat tedirginliği yaşarım. bu mevsimde ben tuzun üzerinde ne kadar çok beklediğimi hatırlarım. "bir daha kapıdan içeri giremezsin." peki. kapı girmek için değildir sadece ama. çıkmak içinidir.

artık uzun yazı yok.
tuzun üzerinde çok durdum.

15.5.11

all you need

güneşten sırtım yandı. çok enteresan şeyler oluyor. aynı anda aynı şarkıları dinlemek gibi. hava çok gerizekalı. hava soğuyana kadar içtim. hava soğudu. bu sefer hava soğudu diye içtim. zira içim patlayacak. ben ralph gibi olamıyorum tam, köpek dişlerim yok. dredg günü ilan edildi. aynı anda aynı şeyler. well ya! diyecek şimdi. dedi evet. does anybody feel this way.

ben arabadan hiç inmek istemedim. 3 dakika daha geç gelseydik zaten inemeyecektim. ben böyle olmamıştm. kaçarken koşmak veya koşarken kaçmak. bir şeyler bir şeyler.

böyleşeyleroluyoralışmamak lazım.

12.5.11

plaster

Martha takes the greyhounds she says she lost her mantra way down South. But all that repetition just got her down, got her down

Now she says she won't do drugs, because she found something to love, she cured herself of everything..there's nothing left but hair and skin

The only thing I asked her.was did she have a plaster, for my pain

She closed her eyes and took my hand, she said "God might have a plan for me"


But heaven is the place that's open when all the bars in town are closed, heaven is the place, I never find...

The only thing I told her, was that God would have no answer,for my pain

I've cured myself of everything.and now I think I know what makes you tick

she said the devil hides within my heart

The only thing I asked her, was did she have a plaster for my pain.

for the pain.

11.5.11



facing a dying nation ? evet her şey yerli yerinde ölüyorlar ve ben bunun kusurusuz bir parçası olarak hayatıma devam ediyor oluşumun sonsuz huzuruyla sırıtıyorum. bu huzur ki hissedilecek en büyük suçluluk duygusu.

mayıs hala haziran olmaya çalışıyor, ama başarmaya başladı gibi bence, sizin de mutlaka bir şeyleri başarıyor oluşunuz gibi. hiçbir şeyi başaramayan bir ay yok demek ki, sadece bir gün var demek ki. o günün takvimlerden çıkarılması gerektiğini daha çok öncesinde söylemiştim. oysa benim içimdeki bu aşk diyerek cümlelere başlıyordum o zamanlar. her duygunun herhangi bir anın abartılması olduğunu anlıyorsun önce, sonra değerleri yitiriyorsun, aylarca uğraştığın bir şey salisede anlamını yitiriyor bazen.. migrenim yeni başlıyordu ki, hiçbir zaman bir önceki olduğum halimden hoşlanmadığımı farkettim. hep daha da eksilerek ilerlediğimi gördüğümde de sırtım ağrır zaten benim.

yıllardır uğraştığım şeyin anlamı var mıydı ki hiç ?
bana insan olarak gelmeyin, kendiniz olarak gelin, dışarınını yaptırdığı şeyleri yapıyormuş gibi havalara bakmadan hareket edin. söylediğiniz sözlerin getirebileceği sorumlulukları taşıyabilecekseniz konuşun. bir gün garip bir şekilde (veya size göre garip olmayarak herhangi bir anı abartarak) gidecekseniz, gelmeyin.

evet bu sefer hepsi yitti.

9.5.11

i might be wrong

çıkamıyorum işte yataktan ben. deniz otobüsünden korktuğum yalanı artık kendimi kandırmama yetmiyor.ve rüyalar. rüyalarım çok fazlalar. fazla derinler. istediğim her şeye hayır cevabı aldım mesela son rüyamda, herkesi gördüm ama. herhangi bir isteğim olan herkesi gördüm ki bu iyi bir şey, mesela birine "hiç gitme" dedim, birine "gelme" dedim, birine "sus" dedim, birine "beni 10 dakika da olsa sev" dedim. istediklerimi söyledim, buraya kadar güzel. sonra sırayla ne diyorsam tersini yaptılar. sırayla evet. burada kabusa dönüştüğünü farkettim, uyanmak için direndim ama olmadı. tevakkuzumu yitirdim mesela sonra. çok örnek veriyorum, mavi yağmurluğumu omzundan yırttım. ama benim yaşadığım caddede müzik çalmıyor çoğu zaman. iki tane tadelle yiyip mutlu olacağıma inanıyorum hala. hala herhangi bir esintide kendimi evimde sanıyorum, az sonra sokağa çıkıp sonsuz özgürlüğümü yaşayacağıma inanıyorum. isteyerek hiçbir şeyi yapamadım, bari isteyerek öleyim diyorum.

sonra susuyorum ben. bana bir şey söylemeyin, "ay ben gülerim."

8.5.11

boris vian + alanis + ane brun kafaları.

biz doğru muyuz, hayır, yamuğuz. bildiğin yamuk. bugün ışığı arkama alarak hareket etmeye çalıştım. başaramadım ve uyudum. çok zor zira.

kollarım yanana kadar mum tuttuğumu gördüm rüyamda sonra. bilinçdışı arzu olayları, lan ben kollarımı yakmayı niye isteyeyim? ne bilinçdışısı, ne arzusu.. bilim yıkıldı lan ayaklarımda. freud düştü yani. arzuymuş. haydi inkar edelim benim bilinçdışı arzumun bu oluşunu.

6 derece
- ne ?
yamukluk işte,
-hangi tarafta hata var?
kulak ve beyinde. 6 derece küçümsenecek bir şey değil. onulmaz.
-onulmaz yazıyorum.
yaz. bitsin. sıradaki!!

yamuk veya düz, ne fark eder ki, ikisi de aynı bok. ikisi de aynı şans yolu vs. bilmem ki. zamanı katlayıp izlediğim çizgi filmlerin renkli dolap ve halılarının altına koydum. bunun çağrışması kolay. ya da değil bilmem.

ne fark edecek ki? kör olana kadar aya bakmak veya güneşe bakmak arasındaki fark nedir ki? biri ölür biri canlanır. izlerler birbirlerini ama dahil olamazlar. birbirlerini yalnız bırakırlar.

gittikçe azalan güvenlerim de yamuk. güven azalıp da sevgi kalır mı? kalıyormuş ama görme isteği raddesi düşüyor gıdım gıdım. gıdım diye bir kelime var, hepimiz kullanıyoruz. ne fark eder ki? ne kadar fark edecek varlığımla yokluğum. ya da yokluğum değil, güvenimin yokluğu ? bilmem.

sonra sokağın birinde gitar çalıyor ane brun, paris'te kesin sokak adı "lê" ile başlayıp "sêr" ile biten iki kelimeden oluşuyordur. ve güzeldir eminim. zamanı ane brun gitar telleri arasından gitarın içine düşürmüş.

ciğerlerimi çığlık attım, odam doldu. yangın yok artık hiçbir yerde. yaz geldi çünkü. bu kış da böyle geçti, bahara allah kerim demişti sezen aksu ama bahar gelmedi. şimdi kıçımızda yumurta pişireceğimiz anlara çok az kaldı. bunun beni ne kadar üzdüğü neyi değiştirir ki? veya bir şeyi ne kadar değiştirebilir.

önemsiz olduğunu hatırlama kılavuzu dağıtmak istiyorum. sıradan, dümdüz. "bazen yalnızlıktan ölecekmişim gibi hissediyorum" diyor bazı yaşam asalakları. biri anlatsın artık onlara, bu işler öyle yürümüyor. yalnızsan öylesin, değilsen değilsin hem birisini sevmişsen sevmişsindir, sürekli görüşmek veya başka şeylerin bir önemi yoktur. o orada bir yerdedir ve sen onu seviyorsundur. görsen, görmesen ne fark eder ki. her duygumuzu yazmaya adadık kendimizi, bu merak nederen geliyor ki? amaç ne? bilinse ne oluyor, bilinmese ne oluyor. kendinizi daha fazla önemsemenize sebep oluyorsunuz, sonra hiçbir hayal kırıklığını kaldıramıyorsunuz. bence siz hatalısınız. ben hatalı olsam ne fark eder ki? aynı şeyi ben de yapıyorum. hem iyi yaptığımı da söylüyorlar. o zaman biraz daha duygularımdan bahsedeyim.

yoruldum, bir çello çağrısında kayboldum. kaybolması için varolması lazım bir insanın dedim, varoldum sonra tekrar kaybolamadım. etrafımda "işte bu" dediğim her insana belli bir süre geçtikten sonra öfke ve güvensizlik duymaktan yoruldum. kendimi çok önemsemiyorum, ölsem ölürüm yani, hiçbir şey fark etmez benim adıma. sizin adınıza da fark etmez. bu işler böyledir, yaşam asalaklarına bunu da söyleyin. ben muhattap olmaktan kaçınıyorum.

kendine kalıp arayan herkesin herhangi bir film karakterini idol haline getirmesini izlemekten yoruldum. kendiniz olmayı denemiyorsunuz artık, gerek yok çünkü. olması gereken bir çok örnek var, seç al kullan. güle güle kullan. öyle sıkıldım ki, bilmem. ne fark eder?

çok yoruldum lan, valla yoruldum.

mum nerede ?
heimdall hiçbir çağrıma cevap vermiyor.
"i had to watch my tone for fear of having you feel judged.
you're not going to die any time soon
do you believe we are fundamentally judgmental? fundamentally evil?"

5.5.11

ne

bugün bilincim yataktan düşmüştü. kafamı yavaşça kaldırıp yerde yatışına baktım. bilincimin kafamdan düşmesi migrene sebep oluyor. kafamda fransızca ve italyanca kavga eden iki tane kadın vardı. öyle böyle kavga etmiyorlar yani çok ediyorlar, önünü.. neyse.

sıcak su ve soğuk kahvelerle beraber iki paket sigara içtim. otobüste çok rasyonel insanlar olmalıydı, dikkat etmedim. havayı sevdim, sevdikçe daha çok sevdim. kaldırıma oturup beni almaya gelmesini bekledim. önümü göremiyordum. bilinç ne zaman terketse bu oluyor işte. bu ağrı.
sadece müzik düşünüyorum dedim, bu iyi bir şey değil dediler. biri geçenler de "ne yapabilirim diye düşünüyorum" dedi, o günden beri ben de düşünüyorum, dün de geldi aynı soru, "ne yapmamı istersin" valla hala düşünüyorum. çok düşünüyorum da bir de buna yorulmam çok puan aldı. fransızca uyumak istiyorum ben şimdi.. zaten günü "uyusam hepimiz için iyi olacak" dedim ve bitirdim. arkası kesilmeyecekti yoksa.

evet her şeyin anlamını yitirdiğinin farkındayım. hissettiğim her şey bir kalıba dahil. keşke bunu farketmemi sağlamasaydı sağlayan kişi. fark kaldı o farklan da hiç bir şey olmadı.

ne yapmam gerektiğini ben dün de bilmiyordum günlük. artık sevgi azalması yoğunlaştı.
sırtımı kaşır mısın?

biz ne yapmışız ?

şıpıdık terlikli bir beyinsiz tarafından yönetilmişiz.
hiçbir şey yapamamışız.
yani biz de beyinsiziz.

rocker tshirtlerim, kanvas pantolonlar, yahudi yelekleri, özgün saç topuzları.

beyinsiziz. evet.

4.5.11

guzzle down

pour me another gin.

-insanın içtikçe içesi, içtikçe ölesi geliyor.

"hissikablelvuku..." hatırladın mı ?

öyledir o, çekersin, çıkarırsın içini, sonra kaparsın tekrar olduğu yere bırakırsın. gariptir yani. ne yapmam gerektiğinin şuurunu yitiriyorum sonra. sonra kahkahaları tutuyoruz. içine atma yahu, bana söyleneni başkasına söylediğimde yumruğunu kaldırıyor. "yalnız değilmişim" hissi. alkonden korkacağına, muz kabuklarından korksun bence. kafasını kaldırmasın benimle yürürken, camları yerle bir eder düşüncelerim. camlar iner. salisede. biraz böyledir bu iş. yani sorun yok gibi.

değişik farkındalıkların dibine yuvarlıyorum. sonra da çekip çıkarmak için binbir şekil. bir sürü pişmanlık. böyle şu an. duygularımız kategorilize edildi ve içleri tamamen boş artık. ben de bu farkındalığın kör kuyusuna düştüm dün. sonra "pour me another gin" .
- ama bu bildiğin tonik yani cini nerede? diye sormayacaktım. sonrası biraz yine karışıyor.

öyledir o yani, sadece istediğini yapar, gerisine karışmaz. kim eğitti bilmiyorum. bu eğitimi nereden aldığıyla ilgili sır vermiyor, kolumdan tutup sertçe oturttu beni o gün. öyledir o işte. bir şey yapmasına veya söylemesine gerek kalmaz.

ne kadar gereksiz işlerin peşinde koşuyorum.
niye?
çok uzun bir soru bu.

neyse.

may the 4th be with you o zaman. iyi ki doğmuş.
galaxt of the lost'tan
stormnaz.

3.5.11

"may tries to be june" bilmem kaç dakika sürer.
"I was hoping" bilmem kaç dakika sürer.
"trouble every day" bilmem kaç dakika sürer.
"where I end and you begin " bilmem kaç dakika sürer.

bir araya gelip, bu şekilde sıranalıp, bir ömür sürerler sonra. sonra o ömür onlar olur.
sonra adamın teki gelir, son noktayı koyar.


I won’t get heavy
don’t get heavy
keep it light
keep it moving
I am doing no harm
as my world comes crashing down
freaking out
deaf, dumb and blind

2.5.11

njosnavelin

"almanyaya gitti orada yaşadı"

dur, sigaramı yakayım, bir derin içime çekeyim sonra anlatmaya başlayacağım.

bir baklava vardı ya, ağzıma sıçtılar lan o baklava yüzünden. ben anlatıyorum, gülüyorsunuz, gülün diye anlatıyorum sonra anne ve babalarınıza anlattırıyorsunuz. sonra gülüyorsunuz ve ben kendimi iyi hissettiğimi sanıyorum. ama sanırım yani doğru değilmiş galiba. bilmiyorum ki. hayatta bana en büyük acıyı veren şeylerden biri baklava neredeyse.

çatlamış bavul altı, havaalanı kapısının altında sıkışan mp3 çalar. ben ilk defa benden korumanı istemiştim, saat gece 2ydi sanırım, demiştim ki, "insanların dediklerini duymak istemiyorum, susturamazsın biliyorum ama benim duymamı engelle.."

evet bir süre iyi oldu hakkaten ama, bana geçen aylarda olan olaydan sonra, bunu bunu diyenler utansın derken, beni bir daha hayat boyu koruyamayacağını anladım. zaten kimsenin beni korumasına ihtiyacım yokmuş gibi davranıyorum, nereye bakıyorsun ? yok önemli değil, paçalarım çok ıslanıyorlar ve sonra üzerlerine basınca kolay yırtılıyorlar. aslında suçlusu benim çünkü gökyüzüne bastığımı düşünerek suların üzerinde yürüyorum. ama etrafta dalların olması lazım, ya da kocaman bulutların. onlar yoksa anlaşılmazlar.

+warum deinen händen.. ?
-was ?
+schlecht..
- weiss nicht ...

-çabuk kalk oradan, halının üzerine döktüğün reçel taneleri çorabıma yapıştı, hani temizlemiştin burayı, zaten pragran aldığım kahvaltılıktı kırdığın şey! ungeschickt!!

-hayır ben bu şekilde yaşayamam yani, gitsin bu. kesin kursa gitmiyor bu, sen yarın ara bir sor, orada burada sürtüyor kesin. bak ben gözünden anlarım adamın. gerçi asosyalin teki bu, bir boku beceremez, kimse bakmaz buna bir de çünkü gördüğüm en büyük ungeschickt bu! ailece böyleler zaten. biliyorum ben. biliyorum anlarım ben..

-mikrodalgadan garip sesler geliyor hep, iki tabaktan fazla ısıtmayın dediler.. soğuk ye sen, bir şey olmaz..

-niye oturuyorsun öyle iki büklüm?
+ sırtım ağrıyor..
- gören de tepene bindik sanacak. allahım ne çıtkırıldı bir şeysin sen öyle ya, valla bıktım senden. merdivenler kuruyunca haber ver, terasa çıkacağım.

- bu masayı al götür eve. sonra gel vazoları al. bak bir yerine bir şey yaparsan yemin ederim eve almam seni.

kapının önünde, orada, o vazoyu yere çarptım. ellerim kanadılar. ellerimle camları temizledim karanlık bahçede. bahçede kırılan camlar. küçük cam parçaları. minicik. içimi kaplayan camdan daha kalındılar ama.

alo, of süper burası ya. yani çok mutluyum. gerçekten, her şey yolunda.. tatlıları çok güzel buranın.

ben sana boşuna ungeschickt demiyorum, kırdın di mi vazoyu! topla tek tek şimdi.. tek tek topla.

-seninle konuşmak istemiyorum, zamanla bu noktaya gelecektik biz zaten, bu yaşadıklarımız olmasaydı da gelecektik. düşünmeyi bırak, takıntı haline getirme hiçbir şeyi. bırak artık, ben de iyi olayım, sen de iyi ol. ama yeter artık, bırak...


alo, ben geliyorum.


işte njosnavelin
ellerime neden baktığımı anlarsınız belki..
18 yaş.
orada öldüm.


trouble every day

"I won't get heavy"

bu insanlar nereye gidiyorlar ?

hiçbir fikrim yok, hiçbir fikrim yok. kelime dağarcığım üçe düştüğünden beri daha mutluyum sanırım. ya da ben hiçbir zaman mutlu değilim zaten. yani suratımda patlayan redyohedler ve siyah kalp bilmem neleri. sizin bana baktığınız yerden ben size bakamıyorum. öyle bir algım yok. öyle bir şekilde patlama geçirmedim. en son kulak patlamasının ardından, topallıyorum, başım sola yatık. beynim kulağıma doğru ilerliyor. dinlediğim tüm şarkılardaki bas gitarlar sıkışmış gibi sesler duyuyorum, çocukluğum kulağımdan aşağı atladı. tek celse bir şemal. bkz 1 Ğ. öyle bir şey yok. bunlar var alakalı olabilir. aradığınız kelimeler bulunamadı. girdiğiniz şifre algılanamadı.

ben aslında yokum.

bir de bir yere kusmam lazım bunu;

gece 3te mesaj atan garanti bankası ebene atlasınlar ağzını yüzünü siksinler inşallah. yaptığınız adres tespitleri götünüze girsin.

1.5.11

the air is on fire

bazen zaman anlamını yitirir. bugün yoldayken telefonum kitlendi. bu şarkıyı dinliyordum. telefonu kapattım, pilini çıkardım, tekrar açtım şarkıya devam etmek adına. inanın sizinle telefonda konuşmak istemiyorum ben. alakasız. neyse telefon bana saat soru 13:00 olarak girişini yaptım.

gerçekten de 13:00'mış. çok saçma ve ağır. bilinçten bu kadar kaçarken bilincin en alasını yaşamak.

bak bu adamlar fransız, bu şarkıyı söyleyenler işte, isimlerini yazamayacak kadar güzel kafam. diğer her şey için hala iyiyim. hala bana bir bok olmadı. olamadı. eve gelirken takviyeler yaptım da işte. bir şeyler devam ediyor sonuçta. böyleşeyleroluyoralışmaklazım.

hay dilim kopsaydı. şimdi çok pişmanım, "alacağım cevapları bilerek anlatmak" hayatımın özeti oldu, çok da kötü oldu. bu sebeple bazen hiçbir şey söylemiyorum, birine bir şeyi söylemeyemedim, hala nasıl söylesem diye planlar yapıyorum, hala yoruluyorum. bazen böyle şeyler oluyor.

"kendimden nefret ettiğimden daha çok nefret ediyorum." ben bugün böyle bir şey dedim. zamanında "çok hatırlamaktan elektroşok yiyen insanları" yazmıştım zaten.

zaten.
aslında;
"üzerine konuşulmayan üzerine hep içilmeli. (Y)"
ruhum katlandı lan. ben hayatımda bu kadar güzel ve bu kadar zor bir şey yaşamamamıştım.

bir gün, yani o gün geldiğinde, tek bir kelimeyle her şeyi anlattığımda, bunların sebebini anlayacaksındır.

o değil de, gökyüzü yanıyor görüyor musun? ama sen gökyüzüne hiç bakmıyorsun ki.. hiç. zaten ben de her şeyi unutuyorum ve dahası bi düzgün anlatamıyorum. diyemiyorum.

ama derim. lanet olsun.
derim.
o zaman gökyüzüne de, yeryüzüne de bakarsın.
ya da bakmazsın. kendi saçmalıklarımdır bunlar.
ya da sen varsındır ve sen yoksundur. gelen veya giden kimse değilsindir.
ve aşk, çok acı. bunun üzerine de içeriz herhalde. bilemedim.