29.4.11

I had not been here before

daha önce buraya hiç gelmemiştim.
bir daha da gelemem sanırım.

26.4.11

durulsam iyi olacak.

there are two colors in my head.

aynı şeyler tekrarlanıyor, tekerrürüne tükürdüğüm tarih. benim tarihe ihtiyacım yok. her gün "bak ya asırlar geçmiş gibi" kadar yer alıyor tarih hayatımda öyle kalsın.

sence de sürekli tekrar ettiği için, hay farklı bir şey söylesen zaten?

kafamı gömdüğüm bu işi bitiremedim kaç aydır. baya aydır yani!

ben iyiyim, uyku iyidir. uyumalı. ben biraz durulayım. siz dinleyin. aynı şeyler oluyor.

ben demiştim. ya! gidip kendimi unutsam çok süper olacak.

şimdi suçlayacak birine ihtiyacım var ve yine sen olacaksın. kusura bakma.
küfürler
küfürler.

öyle işte.
bir süre duruldum. izin verin.

o iki
renk
yeşil
ve yeşil
m
i
?

25.4.11

song for the ending day..


yemin ederim ağır değilim. 50 kilo falan. bir azalır bir çıkar. daha ağırlaşmayacağım, ağırlaşamayacağım, bunun adına atacak adımım veya adım yok. çok ciddiyim. televizyonlarımızı seveceğimizi söylemiştim, televizyonum kadarım. bazı bazı renkleri kayar. görüntünün gelmesi için beklemek lazım biraz. varoldum, bu sefer kaybolamıyorum.

şimdi kaldırın beni buradan, san jose telaşı yok içimde bu sefer, siz de telaşlanmayın. bakın ağır olmadığımı söyledim size ben. alın. al. al da bir renktir, televizyonumda yoktur, yanaklarım ölü beyazı bazı bazı mordur. ellerim de soğuktur. "don't touch me" durun. diyorum ki sakin olun, "the present tense" sakinliği.

şimdi san jose alkışları kopmuyor içimde. yüreğim patlıyor son iki saattir. gırtlağımdaki virüs bu sefer tanıdık. bu sefer biliyorum onu. dokunmayın öyle, ağırlaşamam daha ıslansam da. ıslanırım ama aynıyım. varolduğumla kaldım. anneme hiçbir espri yapmadım, hiçbir şey için geç kalan bir kahkaha atmadı. solna vinç gibi düşen bir kelime artık "ankara". "özlüyor musunuz" sorusu gelince ayaklarımızın altından fareler kaçıyor yuvalarına. cuma akşamıydı. bana baktı ağladı. sonra avizenin yere düştüğünü gördüm ve tren istasyonuna gittim. hiçbir şey patlamadı dudaklarımda. patlatamadım. sonrasıydı işte bahsettiğim anlar.

içimdeki müzikler her neyin içindeyse şimdi daha çok sendeler. aynısı senin için de geçerli, sabah ben sana şarkı yollayacaktım, bulamamıştım. hala bulamıyordum. sonra senden geldi. ha kafamdaki kuşlar yetmiyormuş gibi bir de şimdi hiçbir yerde bulunamayan şarkılar varlar. ben ağırlaşmıyorum ama. yemin ederim.

reklamları kapattım. başlamadan bitirdim, hiçbir değeri yansıtamayacak kelimeler. varolunca anladım. müziğin sesini ne kadar açarsak açalım sessizleşecek sokaklar, bunu sana demiştim ben. ta o zaman. o zamanlar.

sokaklara düşen damlaların pırlanta olduğunu gördün. daha da pırıldadı mı gözlerin. sana demiştim. her şey geriye dönecek diye. ayakkabılarımızı sıkı bağladığımızda da fırsat reyonlarından kaçtık. sıkı. ben o gün, o zaman beyin boşluklarında hızla döndüğüm gün. midemin san jose telaşına kapıldığı gün. o gün hep aynı. aynı kalacağım gibi.

ben ağırlaşmayacağım daha fazla. beni buradan alıp, şuraya koyun işte. .çarpıntılarım san jose telaşıyla yarışıyorlar. kulvar esprisi yok bu sefer.

iki adımlık yerkürenin arka bahçelerinden bana fenalık geldi.

gökyüzüne bakmayı öğren.
sonra güleriz
beni al ve o direklerden birine götür.

yandık desene

6.30 am

-ya gitmeyelim hiçbir yere, nolur..
+ ama olmaz.

7.10 am

-teşekkür ederim
+ben teşekkür ederim.

8.20

dead flowers for her.

8.30 am
o dosya, bu dosya, bu çinli bu türk. onlarda "s" yok. doğuştan peltekler.

ya neyse. bu sabahları olan deniz yolculukları beni çok yoruyor galiba. "chris crossed the country in a van" diye başlıyor bir şarkı. hayır bu chrisler nerede ve beni niye bulmazlar. ben de geçerim ülkeyi süper şekilde. ama yoklar. anca şarkılardalar. yoksa ben de geçerim ülkeyi. iki kere geçerim, öyle böyle değil, önümü alamazlar, geçmez derler iyice geçerim..

"karın kaslarım ağrıyor "
evet çok iyi. ama beni o odada benimle bırakmayın sonra. sonrası çok sancılı. beni bana vermeyin. ağzımın içi yara oldu sustuklarımdan. valla boğazımda yaşayan cüceler infilak ettiler. 4 haftadır boğaz ağrısıyla uyanıyorum. şu an dinlediğim şarkıyı sana yollamak istiyorum ama bulamıyorum.
ben bir kahve alayım.

ya! ne kadar ben merak içindeyim burada, ne kadar umutluyum. oysa salaklık. olmamam lazım falan ama. ne bileyim. nolur yazmasın şu çinliler. biraz sabahımı yaşamama izin versinler. kapı açılmasın kimse gelmesin. keşke deniz otobüsüyle istinyeye devam etseydim. lan! YA!

kesik ve ani itiraz. kimsenin etrafta gönümüyor oluşu. ağır tekmeler atabilirim ben bazen. çok fazla glee. çok müzisyen sanıyorum kendimi. yani kafamın içindekileri ilk defa net bir şekilde cuma gecesi ortaya koydum. cumartesi miydi ? ikisinden biri. herkesi toplayıp anlatmam lazım çok kısa sürede. farkında değil misiniz? hepinizin bir seçim şansı olmuş ve hala da bazı şeyleri seçme şansınız var. okul ya da iş, burası veya orası, mezun olmak ya da olmamak, o meslek ya da şu meslek, kendi işine devam etmek veya etmemek, bir şekilde bir şeyleri bek-le-ye-bil-mek! herhangi bir şeyi değerlendirmek istemek veya istememek, konuşmak veya sadece yazı yazmak. müzik dinlemek ya da televizyon izlemek, bazen kitap okumak ya da tatile gitmek. bu meslekte kariyer yapmak veya başka bir alanda herhangi bir eğitim alarak kendini geliştirmek. işi bırakmak ve askere gitmek, askere gitmek için bir sene daha bekleyip çalışmak. okulu bitirdikten sonra oraya gitmek veya orada kalmak. kendi hayatınızı kendi elinizin içinde hissetmek.

ağır mı? şu cümleleri alın.
bir yerde bir hata var.

karşılıklı tanrıyla birbirimizden nefret ediyoruz. tavşan dağa mı küsmüştü ? nasıl dua ederiz ? "iyi geçsin amin" ne diyelim. ne diyelim. ne diyelim.

22.4.11

for the ending day

cumaları güzeldir ama.
madrugada ile başlanan cumalar daha bi' güzeldir veya sister şarkısını dinlerken o en sevdiğin yerde "bak işte burası" diye birine söylediğini düşünmektir. kendimden geçiyorum olm. öyle böyle bazı notalar.
dj shadow vardı noldu ?
"tomorrow never comes until it's too late"
evet, sizlerle tanıştığım günlerdi, zaman akmak bilmiyordu. yine yüzyıl geçmiş lafını tekrarlamak istemiyorum ama öyleydi be. tekrarladım. yoyo ile kafayı bozmuştum. bir de six days ile. hayat değiştirmeye pek müsait bir şarkı değildi ama farkındalığını sağladığım bir çok boş düşüncenin sebeplerinden biriydi. ben o şarkıyı özlediğimi farkettim ve açtım dinliyorum.
"sabır-sızlanmak"
şöyle demiş özkan gözel afili filintalarda (kim olduğunu bilmiyorum);

"Sabır-sızlan-mamız
ya da
sabrımızın sızlaması,
başa,
en başa
geç-kalmışlığımızdan,
ama aynı zamanda da
ora’ya
neden sonra
rücû telaşımızdan
kaynaklanıyor
sanı-yorum

***
Biliyorum,
ama yine de sabır-sızlanı-yorum. Halimi özetliyor bu. Sabretmeyi ne zaman öğrenebileceğimi bilmesem de onu –zamanla– sızla-yan-sabrım-dan öğrenebileceğimi anlı-yorum. Sabrı böyle yorumlayınca hakeza, zamanı ve zamana yatırılmış varlığımı daha iyi anlı-yorum. Ve zamanla anlıyorum: Sabır yoran bir şey – yoran ve öğreten. Neyi öğreniyorsak, onu ancak yora-yorula öğreniyoruz. Ve neden sonraVaktin çocuğuyuz da ondan..."


ya dasti, biz sabırdan anlamıyoruz galiba. bir şeyler ekleyecektim bu yazının altına ama yok. sabır dediğin şey bende farklı bir tanıma sahip galiba. anla-mı-yorum.


"çok hatırlamaktan deliren biri"
hiç hatırlamamaktan delirlenle aynı kaderi paylaşması çok garip olan biridir. o da elektroşok yiyecektir beyninden. sarsıntı. her olay anında yaşadığı hissi yüzde yüz hatırlayan bir insan, hiçbir şey anlatmaktan hoşlanmaz. bilmem anlatabildim mi ki bilmem. susarak ne kadar çok şey anlatılır. çok güzel olur.

bazı konu başlıkları;

  • kahve içmek.
  • içmek
  • çok içmek
  • deli gibi
  • ve
  • uyanamamak



"düşünemedi felsefesi"
çok güzeldir. çok iyidir. fazla düşünmedim üzerinde. güzeldir. iyidir. fazla düşünmedim üzerinde. düşünemedi abi. of ne güzel duyguların adamı o.




21.4.11

Join the club.


Elmanın annesi Chris Martin'in karısı sevgili Gwynet Paltrow ile alakalı bir şeyler okurken şu cümle dikkatimi çekti "glee'de kendisini şarkı söylerken görmüştük zaten" gibi. grammy de sergilediği sahne performansından sonraydı bu. nedir bu glee dedim. araştırmalarım 2 dakika sürdü. hiçbir şekilde ilgimi çekmedi ve konu orada kapandı.

daha sonra sevgili dasti izlemeye başladı ve "nolur olm lan! "gibi bazı cümle kalıplarının içinde yine "glee" ler dönüyordu. bir amerikano dream sırasında karşımda açık halde tuttuğu elmasından. (ne çok elma dedim) sennheiser kulaklığı uzatıp tek bir sahne açtı glee'den. koca dudaklı, koca kafalı ve kambur bir kız çocuğu sahnede "like a prayer" söylemeye başladı arkasından gay bir arkadaş "vokal yapıyordu" daha sonra kalabalıklaştılar dans ve şölen bir arada. madonna güce güç katan diva. arkasındaki perde açıldı ve madonna'nın kalabalık siyahi vokal grubu çıktı. afedersiniz "hassiktir lan bunlar şey! onlar işte lan" dedim. büyük bir keyifle izlediğim müzakal şölen. siyah ve şişman kız gözüme takıldığında "bunun sesi kesin çok iyidir" dedim ve arkasından bir şey daha dinleteceğim o zaman sana diyerek, daha sonra adının mercedes jones olduğunu öğreneceğim kızdan bir ballad dinletti "and I'm telling you I'm not going". o an dedim tamam ben bunu izleyeyim.



evde kendi imkanlarımla 4 bölüm download ettikten sonra izlemeye başladım. rachel senden nefret ediyorum hala. ilk başlarda hakikaten inanılmaz kafamı dağıtıyordu ve müzikal açıdan müthiş bir şekilde doyuruyordu beni. 4ten sonraki bölümler dasti'den geldi artık televizyonumda ses sistemiyle izleyebilecektim. her akşam ikişer bölüm izlerim diye düşünüyordum fakat geçirdiğim buhranlı dönemler yüzünden kendimi her bölüm sonunda ağlarken buldum. duygusal açıdan bu kadar etkilenip, bazı tiplere olan sonsuz öfkem karışıyor ve benim algılarım hakikaten bozulmaya başlıyordu. önce sayısız küfürler ediyordum, dizi sonuna doğru da sulu göz bir şekilde kapanış şarkısına eşlik ediyordum. şu anda 21 bölüm izledim. sezon finalini izlemek için sabırsızlanıyorum, ofiste izlemek istiyorum, bir yandan bölünür diye bir yandan da evde rahat rahat izlerim diye kendimi yiyip bitiriyorum. etkilendiğim bölümlerin başında ilk bölüm geliyor; joruney. lovin' touchin' squeezin ve don't stop believin'.



ya anlatacak konuşacak çok şey var ama bazı önemli sahnelerin üzerinden tek tek geçmek istiyorum eminim unuttuğum da milyonlarca an vardır
;
rachel'ın iğrenç edasıyla lead vokal rollerine büründüğü sırada mercedes'in Hell to the no! Look, I'm not down with all this background singing nonsense. I'm Beyoncé, I ain't no Kelly Rowland! diye çıkıştığı sahne. yine mercedes'in bust the windows performansı. kurt ve all the single ladies, amerikan futbolu takımının dansı, baştan sona the power of madonna bölümü ki şunu eklemeden geçemeyeceğim;

sue: They had style, they had grace
Rita Hayworth gave good face
Lauren, Katherine, Lana too
WILL SCHUESTER, I HATE YOU

mash up bölümü de başlı başına efsaneydi. GAGA, you are marvelous! sonra kurt ve babasının diyalogları gayet gerçekçi ilerliyor bu kabulleniş ve bilinci ben hiçbir yerde bu kadar açıkça görmemiştim. quinn ve ağlamaları da güzel, çok üzülüyorum arada ama kendisine. brittany'nin salaklıklarına sesli gülüyorum, hemen bir örnek geçelim;
"when i pulled my hamstring... i had to go see the massage-onist; i'm pretty sure my cat's been reading my diary "

santana ve melezliği ya da "kırma" mı demeliydim. adslkjad. neyse. abi will schuester, i hate you diyerek. puck sana aşığım.
puck , rock n roll bebeğim evet!

diğer bir konuda sue ve lafları, "sponge head - square chin "demesi ile beni benden henüz alamasa da, alacak. despot, yani başka kelime gelmiyor aklıma ve biz problemleri böyle görüyoruz;



join the club losers!




şununla veda edeyim;

10.4.11

take care take care take care

explosions in the sky'ın adamı böyle tırmandıran, tırmandıran, tırmandıran, sonra da birden çat diye aşağı bırakan albümü. kapağa bakmak bile size bir adım attıracaktır.


last known surroundings
ne denir ki albümün ilk şarkısından kararımı verdim, sabah akşam fon müziği olacak bunlar bana, gittiği yere kadar, acayip bir büyü bu şarkı. acaba bir tek bana mı hissettiriyor bunları diye düşünmüyor değilim. düşünüyorum ama, yüksek sesle herhangi bir yerde çalmaya başlasa ben hafif gözleri kısıp, sigara yakmayacak, bir şeyler hissetmeyecek adam tanımıyorum ve tanımamalıyım zaten. 8 dakika 22 saniyelik bir başka ömür. bir şarkıya ömür biçmek. şarkılar. of.

human qualities
ciddi anlamda patients vokalleri barındırıyor içinde. yine 8 dakikalık bir şarkı. uyku arkadaşınız varsa, dinleyin beraber. benim yok. ama olsa dinlerdim bu şarkıyı. bir sessizlik hikayesi, finding neverland.

trembling hands
oldukça yoğun bir şarkı olmuş. ruhen de kertiyor, bedenen de kertiyor. sanırım tırmanışın en zorlu kısmı falan. öfkeli oldukça. kızgın, ya çok sıcak ya da çok soğuk. ya nefessiz kalmak ya da çok fazla oksijene bulanmak. başınız döndü değil mi. benim hep dönüyor. geçer. neyse bu şarkı 3 dakika, 8 dakika olsa. bu saydığım uçlardan birinde, uç'ardınız.

be comfortable creature
yine 8 dakikalık başka ömür. bu sefer çok sakinim. daha olgunum, daha aklı başındayım, hatta utanmasam, "bu albümü keşke dinlemeseydim, şimdi bir döngü başlayacak" diyorum. bu şarkının aklıma getirdikleri; hiçbir şeyler. hiç kuruları, evden uzaklar. evlere dönüşler. gürültüler. haftasonu uğultuları. pazar kahvaltıları. şarkı ilerledikçe zamanın hızı artıyor. ellerimi nereye koyacağımı bilemiyorum ben şimdi.

postcard from 1952
geçmiş, geçmiştir işte hepsi bu. albümün geneline baktığımızda süresi yine aynı karar. bahçeden kopardığın, domates salatalık ve biberler. ayağına dolanan sarmaşıklar. herhangi bir savaşın unutulmamış yaraları henüz oralarda bir yerlerde. herhangi bir çocuğun parçalanmış vücudu, bir yerlerde. bu şarkı bir yüzleşmedir.

let me back in
sanırım bana en çok koyan şarkı bu. anne sesleri var arkada bir yerlerde. "hiçbir kadın doğuramaz mı beni yeniden" demişliği var bir adamın. o geldi aklıma direk. çok bir şey diyecek halim kalmadı şu an.

albüm kertiyor beyler.

let down

let down adlı şarkı hakkında konuşmayı, hissetmeyi, düşünmeyi yasaklamamın üzerinden tam 19 ay geçmiş bulunmakta.

6.4.11

dark mobson.

bir yıldı. herhangi bir ayın herhangi bir gününün herhangi bir saati. zira fark var mı aralarında, ben bilmiyorum. bilmem. yürüyordum. adımlarım da birbirine benzer zaten. henüz günlerimi başlamadan bitiren bir şey yoktu. pek bir korkum da yoktu. zaten olmayan şeyler de birbirlerine benziyorlar, ağırlıkları aynı. eksikliğin varlığı aynıdır.

sahi, neden bir şey yemeden uyuyorsun şimdi?

o gün kırık bir bulutla dışarı çıktım, onunla yürüdüm, artık o benimle yürüyor, arkasından da "öfkeni unutma, unutursan düşersin" diye söylenen itici şair yürüyor. sonra o gün ben eve gidip kafamı soğuk suya soktum. çünkü üşümüştüm. şimdi boğazım ağrıyor. şimdi ilaç içiyorum. sonra o ilaçlar kafamda patlayan kuşlara iyi gelmiyor. birinden yardım al diyorum, sonra başkası, "hikayenin kahramanı sensin kurtarılmaya ihtiyacın yok" diyor.

sonra senin karşına geçip oturuyorum. evet gülümsüyorum. ayaklarınla anlatmaya çalıştıklarını içime atıyorum. duyamıyorum. sahi, neden hiçbir şey yemeden yattın?

zaman mevhumundan habersiz, tutulan nefesleri hissediyorum, annesinin boynuna kurşun saplanmasıyla gelen çatırtıyı duyduğunda olduğu yere çakılan çocuğu idrak ediyorum. idrak zor meseledir. biri hastalıktır demişti hatırlamıyorum. o kadar dalgınım ki çok fena saçmalıyorum. sonra dudaklarda ilk okullar patlıyor.

o gün düşüncelerimle beraber sokaktaki evlerin camları yerle bir oldu. sonra tekrar toplandılar, sana körlerin göremediklerini yazdığı kitabı armağan edeceğim, gördüklerini hiçbir zaman sevemeyeceksin.

bugün hiç denize bakmadığım için soğuk suyu yedikten sonra denize yürüdüm. müziksiz hem de. hem de sessiz yürüdüm. ne apartmandaki ışıklar yandı beni görünce, ne arabalar durdu. sanırım yoklaştırılıyorduğum. bu sokak o gün böyle değildi. o gün.

ağzıma çikolata attım bir tane.. bak o gün ben çok korktum. deniz otobüsündeki tüm insanların bana baktığını sandığım gün. aslında arkamdaki kavgaya baktıkları gün. ben travmalar yaşamaya başladım aslında. böyle şeyler olmuyordu önceden. sonra başka türlü bir şeyler. o tip şeyler. çok saçma şeyler. çok garip hissizlikler. zaman mevhumu yiten bir insan için zaman bu kadar hızlı akıyorsa, o insan harbiden çok yanlışlardadır. yanlışlarda olmak. benim sesim çıkmayacak pek.

böyle yaz geldiğinde. daha da yoklaştırıldığımda, yaz korkusunun görkeminden sağır olduğumda, dinlediğim şarkılara bakmayın.

alışacak mısın ?
keşke bir şeyler yiyip, öyle yatsaydın..sonra, sonrası.
bilmem. hani gerçekten iyi olsun bu dersen, "benim için sabah olmamasını dile." içime inen kuzey kışı, başka türlü geçer mi ?