20.2.11

I know it's serious, it really serious...


the smiths sevmek kahveye takıntılı olmak gibidir. ingiltere aşığı olmaktır. aksana ölümüne tapmaktır.

hatırlıyorum da, en bunlımlı ofis günlerinde deli gibi heaven knows I'm miserable now dinlerdim. herkese de duyururdum, bakın ben bu haldeyim diye, sonra arkasından everyday is like sunday gelirdi. hergün bir posta bu ikisi arka arkaya çalardı. morrissey her zaman güzeldi, the smithsle daha güzeldi, sonrası biraz daha karmaşıklaşıyor. ne kadar sevsem de, hayır the smiths olmalıydı bu adam tek başına olmuyor. dedim çoğu kez.

bütün düğünlerde the smiths çalsın istiyorum deli gibi. evet bunu çok fazla istiyorum. ve bu adamlara olan aşkımdan doğru düzgün iki cümleyi bir araya getiremiyorum.

this charming man en iyisi konuşsun benim yerime. yani bilmiyorum. benim düğünümde de the smiths çalsın, çok yüksek sesle çalsın. o kadar kafa bulandırsın ki, kimse evlendiğime inanamasın falan. radical face, wild nothing, the smiths, sigur ros.

evet! çok sıkılacaksınız! morrissey benimlen evlenir miydi acebba?
çok keyifliyim, tüm pazarımı the smithsle paylaşıyorum. zaten everyday is like sunday!

durdurun beni! dan! şimdi siz bunu izlerken ben de kahve ve gofretle size eşlik edeceğim!

son kez

Sleep don't visit, so I choke on sun and the days blur into one and the backs of my eyes hum with things I've never done.sheets are swaying from an old clothesline like a row of captured ghosts old dead grass was never much but we made the most.Welcome home.Ships are launching from my chest some have names but most do not.If you find one, please let me know what piece I've lost. Heal the scars from off my back I don't need them anymore you can throw them out or keep them in your mason jars I've come home.All my nightmares escaped my head bar the door, please don't let them in you were never supposed to leave now my head's splitting at the seams and I don't know if I can.Here, beneath my lungs, I feel your thumbs press into my skin again..

The ghost inside my head, it never sleeps it just rearranges thoughts and leaves me numb for weeks but I'm okay, I feel fine.because I know there's more than one way to lose my mind.The crows are at the fence, they never blink.they just sharpen all their claws and bear their twisted teeth but I won't bend and I won't move don't have a lot left, just anger, and something to prove so I can't lose.The cold spreads through the house it bites my ears, I can't feel my hands or feet and I'm too scared to sleep and now the ghosts are on the porch. got knives in hand, I think I've seen this before and I might lose and all this time, I've been watching you sleep and the strangest things have been happening to me.

adam rakısından bir yudum almak için şarkı bölmeli.

isyan. vakit isyan vaktidir.
atlarınızı çözün. ama gitmeyin. gidemeyin, gidemezsiniz umarım. beni bırakamamakla cezalandırılın..
sizi şanslı sandım şimdiye kadar hep. hep iyi yanından bakayım dedim. ama hepiniz bu kadar şanslı olamazsınız dedim sonra. siz normalsiniz. hepiniz neredeyse aynısınız. anormal olan benim. şanssız olan benim dedim. sonuçta insanlar insanların yaptığı çoğu şeyi başarabiliyorlar. ama benim kafamda kuşlar patlıyor dedim.
iyi demiş olmalıyım ki, peder pazar günü kiliseye davet etmedi beni.
söylesenize ne kadar az şey biliyorsanız o kadar çok konuşuyorsunuz.
sessizlik. kırılan ne varsa, beceriksiz edebiyatçılara teslim ediyorum, istanbuladaki her unsurla postmodern şarkı yaptığını sanan adamlara emanet ediyorum. kadınlara da ediyorum. umarım hep yağmur yağar. hep yağsın öyle nefret edin ki buradan. yerle bir edin. yağmurdan bıkın. benden bıkmaya mecaliniz kalmasın... benim nabzım atmıyor, ağzımda tad yok, nefes alamıyorum. bu da böyle bir anım..

birden bire birine attığım msj. aldım buraya koydum. bu kadar.

15.2.11

gibi

the smiths hayranı bir adamla sigur ros dinlemek gibi. evet.

14.2.11

andvari

bu ne demek, andaval gibi demeyin. dediğinizi biliyorum, kendisi mitolojide, istediği zaman balığa dönüşen kısa boylu cücedir. haha! çok komik oldu değil mi ? kısa boylu cüce. ya bakın.

ş;

mükemmel bir defter ve kalemim oldu. hem de çok uzaktan geldi. toronto'dan. neyden korkuyorum biliyor musunuz ? o deftere yazdıklarımın en başta beni ve tesadüfen okuyan birini üzmesinden. zira benden temiz kelime çıkmıyor. yani çıksa da bir şeye benzemiyor. aylak beyni diye adlandırmıştık en son. ama değil sanırım. hala gizemini koruyor.amerikano biterken ayaklarım üşüyor, artık gitme vakti. muz kabukları temizlenmiş sokaklardan, soğan kokusundan başım dönüyor. hava soğuk mu sıcak mı bazen anlaşılmıyor. bir şey söylüyorum kahkaha atıyorsun sonra kapı çalıyor geliyorsun önce masa kuruluyor, yemek yeniyor evdeki herkes pek mutlu görünüyor. benim için neyin önemli olduğunu biliyorsun, onların mutlu olması. sen bunu sağlayabiliyorsun. sonrası malum, psikoloji bozan etmenlerin üzerinden geçiliyor sonra çok nadir yaptığın bir şeyi bana yapıyorsun. anlam veremiyorum. sormuyorum, ama öğreniyorum illa ki. iyi ki varsın bence. iyi ki yani bilmem. öyle. bana katlanıp bir de üstüne yavaş yavaş bana benzediğin için lili dinliyorum yine.


okea;

tek kelimelik cümlelerle söylüyorsun olmaması gerektiğini, senin omzun bir geceye dair hatırladığım son şey. ikiniz bir arada çok güzelsiniz. siz hep böyle kalın istiyorum.
5 kişiden fazla insanın binmesinin "çok" riskli olduğu asansöre biniyoruz. ikinci kata çıkıyoruz. durduğu yerde kapı yok;

-kaldık burada çünkü burada kapı yok.

arkamızı dönüyoruz, kapı yer değiştirmiş.

kimse;
o gün oturuyoruz işte tam bu kanepede. ışıklar bu kadar çok değil o zaman. bilgisayarım da bu değil. neyse sehpanın üzerinde. heima izliyoruz. sonra ben ağlıyorum. sen görmüyorsun. heima'yı kımıldamadan izliyoruz.

omar;
yine aynı yüksek tavanlı yer, zeki müren çalıyor, rahatsız sandalyelerin üzerindeyiz, 50 mt ilerideki dolapta bir çok yemek var. tam karşısındaki dondurucu ise birayla dolu. yetmeyecekmiş gibi hissediyorum, nefesim daralıyor. hiçbirinden tad alamıyorum. hiçbiri bir şey ifade etmiyor. zeki müren o sırada beni öldür öyle git diyor. sana diyorum ki, takıntı korkulacak bir şeydir. sen her şeyi benden saklıyorsun. sonra gidip onu görüyorsun. beni soruyor sana. anlatıyorsun hem de bire on katarak. o zaman duysam bu beni rahatsız ederdi ama dün söyledin. o yüzden şimdi mutluyum. hem biz dün de aynı yerdeydik, sadece zeki müren çalmıyordu. hiçbir şey çalmıyordu. dışarıda oturduk ve sigara içtim ben. içeride otursak belki zeki müren çalardı.

zu;
hastane koridorunda nefes bile almıyorum. susuzluktan boğazım yapışmış durumda. ameliyat kapısına 250 mt yaklaşmamız yasak. kolumu öyle bir sıkıyorsun ki, o an insan hiçbir şey düşünemiyor. sonra dışarı atılıyorum ben. aslında buna üzülmüyorum. hastaneleri sevmiyorum. bir başka gün kapımda bitiyorsun beni zorla doktora götürüyorsun. acil servis millet kanlar içinde, bağıranlar, aksıranlar. lütfen geri dönelim diyorum sana, ısrar ediyorsun. doktor bana "sevgilinden mi ayrıldın?" diye soruyor. sen gülüyorsun, sen güldüğün için adama küfür etmiyorum sadece "hee ayrıldım" diyorum. elime bir kağıt tutuşturuyor. bilmiyorsun belki ama ben hep nörolojiye yönlendiriliyorum. sonra seninle biz gülüyoruz, biz güldükçe herkes gülüyor, artık biz gülüyoruz. çünkü çok az görüşüyoruz. insanlar görüştüklerinde sorunları mı azalıyor yoksa ? yani kattığımız değerle mi çoğalıyor bizim üzüntülerimiz. üzüntü biri şahit olduğunda mı var oluyor. bak yine çıkmaz bir konudayım ben. seninle paylaştığımda sonuca ulaşacağız ama şimdilik böyle.

un;
seni her gördüğümde, seni gördüğüm ilk güne dönmek istiyorum. 300 metre koşup sarıldığımız güne. şaşkınlık içinde seni izlediğim güne, bana her bakışında sonsuz bir enerjiyle irkildiğim güne. alkolün beni henüz ağlatamadığı o güne. ben çok mutluydum o gün. sonrası biraz karmaşık. sonrası biraz eksik veya +1 fazla. bir fazlalık var yanımızda, bir eksik. ben bilmiyorum. seni her gördüğümde ben bazı şeyleri söyleyemiyorum. iyiyim diye bil sen.


sc
lütfen sigara yiyelim seninle. lütfen. kahve kusalım sonra. seninle olmayan şeylere küfür edelim. marsta yaşam var diyelim ve gülelim, keyifler nasıl diye sorduğumda cevap verme. insanlar bizi sadece deli sansınlar. kendimi kimseye anlatamayacağım. sen varken ayıp oluyor çünkü. biz konuşalım onlar dinlesinler. radyo kuracağım sana. sürekli konuş sen. sen hep yanımdasın, eksikliğin o akdar büyük işte. lanet olsun. hep böyle olmaz mı zaten. tam kavuşacakken güzel kız ölür, tam ayrılacakken tekrar kavuşurlar. son anda kalp masajı işe yarar. adam tam yürürken kafasına saksı düşecekken ayağı kayar ve saksıdan kurtulur. bana hiç böyle mucizeler olmadı, ölüm veya yaşam gibi, sonra anda gökten gelen bir ışık falan görmedim ben, yaşadığım her iğrenç süreç kanırta kanırta eridi geçti. her şeyin bir şekilde biteceğini anladığında hayat iyice çekilmez oluyor. artık hiç uykum gelmiyor. daha da hızlı geçirebiliyorum zamanı. kendi çektiğim fotoğraflarla kafayı bozdum. bir keresinde sapancadaki gökyüzünü çekmiştim. acayip haşmetliydi. zaten selin içmeliyiz. bu bilinçle olmuyor.

ec
size ne demem gerektiğini bilemiyorum. sizi anlayamıyorum. en yakınımken en uzağımdasınız gibi bir his kaplıyor içimi. ben sizin için her şeyi yaparım. ama biz birbirimizi bilemiyoruz. üçümüz de bir anlaşılmazlığın içindeyiz. hiçbir şeyi farkedemiyor gibi görünüp, her şeyi biliyoruz. her şeyi bildiğimiz için üzerine konuşulmayacak şeyleri de biliyoruz, o yüzden uzaklaşıyoruz işte. sadece içilirdi bir ara. artık sadece uzaklaşıyoruz ve sizi çok seviyorum...

ve sen sarışın çocuk, elleri, kolları boyalı çocuk. sen gittin ben kendi gidişimin içinde yuvarlandım. hem tesadüf değil arkadaş, sen gittin ve bütün olaylar tazeliğine kavuştu. sen iyisi mi bu olayın bir resmini yap. sen geri geldiğinde, tazeliğini yitirmiş olacak ama olsun. hatırlıyorum. sana zorla heima izletişimi. kendi dünyamı sana anlatmaya çalışmamı. hep yarım kaldı ama. bana bir gün öleceksin, geberip gideceksin diye bağırdığın ana dönüyor bütün hayale benzeyen şeylerim. hepsi oradaki çalılıklara çarpıyor ben koşarken. o sebeple yok oluyorlar yavaş yavaş..

mavi kuş
sen kaybettiğim bütün mantığı bana absürdlükte gösterebilirsin. aylak beyinlerinden ergen beyinlerine, tek tek atlayıp durduk. gerçirdiğimiz zaman aslında çocuklarımıza anlatılacak bir şey değil. zaten biz çocukları olacak varlıklar değiliz, en iyisi başka çocuklara anlatmak. bazen sevmediğim çocuklar oluyor, onlara anlatabiliriz. reklamlarda fal bakarız. sonra hemen çayı koyarız, sonra tekrar çekirdek çitleriz, e bana müsade dediğim zaman sen allah adı verirsin. allah dersin sadece. sonra pınarla şarkı söylemeye başlarsınız ve ben ağlarım azıcık. gökyüzüne taptığımız bir gün, sen kırmızı ayakkabılarınla fransadan geliyorsun. ben yine mutsuzum, yine memnuniyetsizim. sen de biliyorsun ki uzun sürdü, yanlış giden bir şeyler var.

ss.
sana diyecek lafım yok. üzülme artık.

yani üzülmeyin, zaten istiyordu diye düşünmek zor olmamalı.

12.2.11

bir yer. birileri.

tünelleri düşünmek gibi bir alışkanlığım var, aslında bunun şubatla ilgisi büyük, geçtiğim en uzun tüneli şubatta geçmiştim. 2009 şubat. tünel aynı tünel, yol bitmeyen yol, aslında bitti. labirentin duvarıyla karşı karşıyayım şimdi. yanlış yolda ilerlemeyi bir köşeye bıraktım. şimdi sadece duruyorum, üstelik yol bile değil durduğum yer. saçmalığın daniskası. anneme rüyalarımı anlatmaya başlayınca, mutfağa gidiyor.

sabahları hep sana benzerdi belki.
bir eksikliğin ağırlığı garip gerçekten, olmayan bir şey insanı nasıl yorabilir. bunu görmek mi gerekiyor illa ki. ne gerek var demediğimde, herkesin anladığını düşünüyorum. ben hiçbir şey demiyorum.

onulmazlığımı deştikçe içinden ben çıkıyorum, ben kendimle karşılaştıkça daha çok deşiyorum. bu bir onulmaz hastalıkmış. zaten bu isteksizliğin sebebini çok fazla araştırmamalıydım.o kadar açık ki. aslında ben çok iyi biliyorum, uzun süre kendinden bahseden birinin katlanılmaz olduğunu, ama o an farkında değildim kendinden bahsettiğinin. uyumsuzluğa takılmıştım ben. çoraplarımla biranın uyumsuzluğuna, miktar ve kişi sayısının uyumsuzluğuna. drake şarkılarının aslında belli belirsiz olmalarına. araba kornalarının bir şey anlatmadığına. dinlemek zorunda olduğumuz sessizliği trenlerin bozabileceğine. arka arkaya çok ağır cümleler kurulduğunda zaman sıkılır ve yavaşlar. ölümden konuşmanın dayanılmazlığı onun yakın olmasıdır, hemen yanında falan işte. drake şarkıları gibi belli belirsiz bir insana dönüşüyorum. olsa da olur olmasa da insanı. evet işte, bana ne istediğimi bilmediğimi söylemekten vazgeçin, ben var olmak istiyor muyum onu sormayı deneyin.


bu garip mutsuzluk bir yerde bir şiddete dönüşecek demişti biri. ne kadar çok biri var. siz farkında mısınız. dark mobsonlar dökülüyor kafamdan. bu his geçer. babamın futbol aşkıyla gülümsediği, annemin yemek dumanıyla büyülendiği. televizyonun sesinin her zaman makul olduğu, müziğin sıradan bir şey olduğu, o "biri"lerinin kimse olmadığı. hepsinin birer ismi olduğundaki gibi olan o his geçtiyse. bu his de geçer demek istiyorum.

fakat geçecek gibi değil, bu kadar mantıksızlık, mutsuzluk, gerginlik nasıl bir araya geldi, ben daha iki kelimeyi bir araya getiremiyorum.

aşırılıktan ölüyorum.
beni susturabilecek misiniz ?

her şeyin bir şeyleri hatırlattığı doğru, birinin gidişi bana kendi gidişimi hatırlatıyor, daha çok ağlıyorum, birinin gelişi bana başka bir gelişimi hatırlatıyor, huzurla doluyorum. balkonda otururken hep atlayanları düşünüyorum, koşan atların düşen atları hatırlatması gibi. zınavadan çıkıp balkona koşarken ne diyeceksiniz, ağzınızı kapatın lütfen. bunun olacağını bildiğiniz gibi bununla yaşamayı da başaracaksınız. siz her şeyi o kadar güzel başarıyorsunuz ki, benim ruhum bedenimden ayrılıp koşmaya çalışıyor. ben farlara koşarken, nasıl bağıracaksınız ?

gilbert'i çok iyi anlıyorum, keşke anlayamasaydım. anlayamasaydım, kendimi de, onu da anlayamasaydım. bu kadar iyi bilmeseydim.
şimdi beautiful losers okuyacağım. itirazı olan ?
aslında bir şeyi, başka bir şeye benzetmekle geçiyor tüm vaktim.