25.10.11

bir edip

"vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
vaktinde anlamanın sevinci mi
ya da biraz geç kalmanın
o gereksiz tedirginliği mi
hangisi

ama belli ki sonundayız herşeyin
en sonunda."


edip cansever

20.10.11

baddour.

kalp atışları. dur ve dinle. dinlerken dile. dileklerin, boyunu aşıyor.
bir nar. tek bir nar tanesi, ortasından bıçak geçmiş, lanet olsun. doğru düzgün içine ulaşılmıyor ki.

"ben sekizinci henri'yim
sekizinci henri'yim ben..."


annem ve babamın doğduğu yıla gömdüm varlığımı. nehirlerimi dökmem mi lazım. bazı şeyleri tanımlamak için. bazı şeylerden vazgeçebilirim..

kimi rüyalarımı anlatabilmek için, çoğu şeyden vazgeçebilirim. sürç-ü lisan. sürçmek. sürüyle rüya. sürüyle. anlatabilmek. keşke o masa etrafında gördüklerimi dile dökebilsem. bir kere denesem?

kafam, bir nar. elleriyle, tek tek, her zerreme, her dokuma ulaştılar sonunda, sonunda her tanemi yaraladılar. dürttüler. nar. sen hiç nar inceledin mi?

gel, nar yiyelim.

bir haziran kaosunda, bir temmuz ateşinde, bir ağustos sabahında sürekli değişen bir hayat. bu üç ayın üç vakitli kaput zamanları. epic fail (çok moda oldu bu).

ben renklerimi hazirandan toplamak istemiştim aslında. okul bahçesinin dağıldığı bir aydı. ben renklerimi tek tek toparlamak istemiştim bahardan. sonbaharda doğarak yitirdiğim, eksik bir kaç rengim, biraz da ışığım vardı. stardust izledim. ışık yine yeterli gelemedi. bazı şeyler çok yönlü olmakta. herhangi bir yuvarlağın köşesi olmaz. herhangi bir yuvarlağın, bir odanın, köşeleri, vurup duruyorum. oysa içimde nar var demiştim. şimdi gördüğüm ve anladığım şey şu;

senin de içinde nar var. ve malesef, dürtmeden dökülmüyor taneleri. veya herhangi bir bıçak darbesiyle, kanamıyor tanelerin. ben sana hiç nar ayıklamadım. nar açmam lazım sana. karşıma otur, kollarını birleştir. ayaklarını uzat ya da uzak. uzaklaş. izle.

kalp atışlarımı dinliyorum. ciğerlerimin donukluğu ve hissizliğim. yağmur yağdığında gökyüzünde yürür insan. şimdi siz bazen, vakit geçmiyor falan. böyle mutsuz oluyorsunuz. beni çok dar bir odaya sıkıştırıyorlar o zaman. ne yapacağımı şaşırıyorum. ne diyeceğimi karıştırıyorum. bazı piyano dokunuşlarında ağlayabiliyorsunuz mesela. nar içi. claud. claude, chalhoub.


ölmemekle meşgulüm. olurda buna devam edersem.
düşünmek bile çok fena.

saatlerce ready able dinlediğim bazı günler var, annemi koltuğa oturtup, karşısına geçip onu izlediğim günler var, ağlarken çok daha güzel olduğunu farkettiğim anlar var, susturmak için hiçbir şeyin işe yaramadığı bazı anlar var. "görüşürüz" dediğimde bana ağlıyor olmasına rağmen cevap verdiği günler var. o zaman kapı, viyana kapılarına benziyor, kuşatılmış ülkelerin kapılarına benziyor. üstelik, açması gereken kişi de, kapaması gereken kişi de ben oluyorum. annem ağlarken bana çok otomobil çarpsın coşkusu doğuyor. annem üzülürken bana çok tirenler çarpsın diyorum.

öyle günler, nasıl davranacağımı bilemiyorum yine, saçma sapan sözler çıkıyor ağzımdan. bazı şeylerin boşa yaşandığını öğrenmek ailece ışık azalması yaşattı bize.

mesela 7 sene boşuna sürünmüşüz falan. yani, çok ilginç bence. böyle şeyler filmlerde olur ve filmdeki kahramanlar bunu öğrenmezler normalde. bir şeyi bok yere yaşadıklarını sadece seyirci öğrenir, ironik bir gülümseme belirir suratlarında, filmi tartışarak salondan çıkarlar ve bir şeyler içmeye giderler. bazı şeyleri yüz yüze yapamıyor oluşum umrumda değil, bari nasıl davranmam gerektiğini söylesin biri bana.

daha fazla nah ağırlaşmayacakmışım. şimdi de rezil oldum.

bu yazdıklarım, kime nereye yol olur bilemiyorum. şimdi bu yazıyı bitirdikten sonra okuyup, ağlayacağım. sonra en iyisi, arzu'ya yazayım bir şeyler.

17.10.11

kaybolması için varolması lazım birinin işte.

dedi az önce selçuk yöntem, televizyonu kapattım, asabımı bozmaya hazır değilim. migren tuttuğu zaman zaten günlerce hassas bir yumurta gibi geziniyorum. her göz kırpışımda kırılıyor ve dağılıyorum.

hemen san jose'ye girişiyorum. hem de son ses, annem kahkaha atıyor ona 6. kulvardan gelen honda esprisi yapmıştım çünkü. elimi domates sosuyla yakıyorum, ne oldu diye sorması için 5 dakika bekliyoruz. sonra ben diyorum ki keşke yarın sabah sorsaydın. sonra gülüyoruz, sonra tekrar gülüyoruz. benim gözlerim de annem gibi kırışacak sürekli aynı şeylere gülüyoruz çünkü. bana çok gençsin çok yaşlı hissediyorsun diye bakıyor. ben de sen de çok mu acı çekiyorsun diye bakıyorum. sonra sorularımız havada çarpışıyor ve salonda üçlü olan avizenin üçüncüsü kendiliğinden yanıyor. sorun ne zaten bilmiyoruz, gülünce, öksürünce falan kendiliğinden yanıyor. ortalık durulunca tekrar sönüyor. zaten biz ışık sevmeyiz. karanlık her zaman daha iyidir çünkü.

içimdeki müzikleri bir şırıngaya dolduruyorum ve elimi uzattığım yer yastığımın altı oluyor. san josenin sonunda içimde alkışlar kopuyor. beni ve şarkıyı alkışlıyoruz sonra slovenya doğuyor birden gözümün önünde sonra rüya gördüğüm yastığı değiştiriyorum. o çok doldu artık. bir başka yastıkta biriktirmeye başlıyorum. bazen çok korkuyorum, bazen çok seviyorum rüyaları. yastıkları saklıyorum çünkü rüya göremeyenlere vereceğim. morrissey'den öğrendim. insanlar yastıklarını değiştirmeliymiş bazen. anlatamadıklarını anlatırlarmış birbirlerine. kaybolmadığımı da anladım ben, kaybolmak için varolmanın kavramına ulaştım.

şimdi sırada reklamlar var. ilaç reklamları, içi ilaçla dolmuş oyuncak bebeklerin reklamları. bütün lekeleri silen ama anıları silemeyen deterjanların reklamları, hiçbir yere varamadığın, koşu bandı gibi olan yolların reklamları, daha sonra radiohead dinleyen insanların belgeselleri başlayacak, sonra savaş reklamlarını son ses izleyeceğiz, siz de öldürün diyecekler, öğreneceğiz. fiyatlarının paha biçilemez olduğu sevgilerin market reyonlarında fırsat ürünü olduğunu öğreneceğiz, sonra arkadaşlıkların sonsuzluğunun reklamları yapılacak hastane bahçelerinde, odalarında.
acil servis kılavuzu dağıtılacak. ağlamak üzerine çıkıp konuşmalar yapılacak, televizyonlarımızı çok seveceğiz.

sonrası müzik kuşağı. sesini ne kadar açarsak açalım o kadar sessizleşecek sokaklar. elektirk direklerinin insan asmak için yapıldığını o yüzden bu kadar çok olduklarını anlayıp uykuya döneceğiz. sonsuza dek asılmayı bekleyeceğiz. nefes alamayacak hale geldiğimiz de dünyanın yaşanılabilir kılan adasını bulamayacağız haritada olmadığı için.

biz yine güleriz. kalabalıklara alışmaya başlıyorum sanırım.

9.10.11

beni erken öldürün.

yaşadıklarımdan öğrendiğim hiçbir şey yok diyemem. birkaç şey biliyorum. çok sigara içersem mesela ağzımın tadı gidiyor.

biri bir yere gittiğinde onu beklememek lazım. beklesen bile biraz içine atman hayırlı olur. seni mutlu eden şeyin arkasında dur bence. mutlu olduğun yerde dikil. mutlu olduğun için savaş.

bazı şeyleri bazı şeylerin hatrına söylemekten vazgeçme, suçlanabilir ve çok kolay yargınalabilirsin. kimse anlamaya yanaşmaz çünkü. çıkmaz sokaktır onların işi, çıkmaz sokaklara sürükleyene kadar yargılarlar, umursadıkları tek şey ne kadar değer verilen varlıklar olduğudur çünkü, hep onaylanma arzusuyla yanıp tutuşur, katı kurallar dizerler. hayatın anlamını bildiğimden dolayı anlamsız rüyalarımı gerçek sanmaya ve onlarda da kusur aramaya başladım.

thank you! ama burası bence avrupa değil, yani arabalar durana kadar karşıya geçmemeliyiz. mesela ben aslında biraz yazamıyorum ve insan yazamadığı zaman yazmaya çaba harcamamalı.

şu seneleri de bir kenara bırakın artık. bir senede tanıyamadığınız insan da vardır, tek görüşte tanıdığınız insan da vardır. böyle şeyler vardır. 1 ayda aşık olup evlenebilir insanlar, 5 yıl sevgi içinde yuvarlanıp, "oha" diyerek kaçabilirler olay yerinden. kimi 15 yıl dost kalabilir, kimi 5 gün kalır. kopukluk dostluğu bitirmez. KOPUKLUK DOSTLUĞU BİTİRMEZ. bazı şeyler sadece anlamsızlaşır ve içi boşalır değerlerin. kimi 15 günde dost olabilir. şu paylaşım denen meseleyi kurcalayın biraz. her şey önemli olmak ve onaylanmak değil. tanrım nolur artık birbirinizi onaylamaktan vazgeçin. çünkü gün geldiğinde birbirinizi onaylayan tek varlıklar birbiriniz olacaksınız.

son kez bunu demek istiyorum;

sevgi dediğiniz şey, o sizin sandığınız şey değil.
valla değil.
gerçi biraz anlaşılsam, zaten bunları tekrarlamama gerek kalmayacak. kopukluk ve bazı şeyler dost dediğiniz zaman onu dememiş saymaya sebep değildir.

bazı alıntılar yapasım geldi;

"Bazı akşamlar telefon açıyordum. İçeride kim varsa muhabbet ediyordum. Bazen onlar kafayı bulup beni arıyorlardı. Yıllar geçtikçe koptuk. Bir ara sokakta, uzun zaman önce terk edilmiş, lastikleri patlak bir arabanın ne anlamı varsa, o günlerin de öyle bir anlamı var şimdi."

"Altı yaşında bir yaprağa dokundum ve dedim ki sevgili yaprak seni hiç unutmayacağım."

"Beni al Tanrı’nın huzuruna çıkar. Ben de ona diyeyim ki, “Tanrım. Beni olduğum gibi kabul edebilecek bir Tanrı’ya her zaman inanabilirim.” O da bana, “Yürü git o zaman şeytanla görüş huzurumda ne işin var alla alla,” desin. “Kim soktu lan bunu içeri megalomana bak,” diye söylenirken biz şeytanın yanına gidelim. Sen de şeytana de ki, “Şeytan kardeş, sonuçta sen de bir melektin ama iktidar hırsın vardı. Şeytanı şeytan yapan iktidar hırsıdır. Eski günlerini özlüyor musun?” Şeytan da sana, “Sen kaç yaşındasın güzelim?” diye sorsun. “Otuz dört,” de, otuz beş olduğun halde. Şeytanın gözleri dolsun ama çaktırmasın bizi gene zamanın içine sepetlesin. Orada bir çay molası verelim geceyi bekleyelim. O gece beni al kardeşlerinin acılarıyla çarp sonra kendi yaralarına sar. Biraz sustur, biraz soğuk davran, biraz da teyzem ol. Konuşabilecek gücümüz varsa ağladıklarımız yalan. Sahiden bak. Beni al biraz sarhoş et biraz saçlarına tak biraz da yağmurların peşinden koştur. Beni al erken öldür mutsuzluk uzun sürmez."


mutsuzluk uzun sürmez, müzik açarsın, iki ses duyarsın. mutlu olursun.
müzik önemli.