28.10.10

bak burada bir hayat var!



bir sabah uyandım ve artık işten ayrılmalıydım, bir sabah uyandım ve kaş'taydım, bir sabah uyandım ve işten ayrılmıştım. artık sabahları uyanamıyorum...

ama ritmik bir şekilde ilerleyen trenin içindeyken sanki yan koltuğumda ah muhsin ünlü oturuyordu, ta ki bana " eskişehir son durak mı?" diye sorana kadar, zira o böyle bir soru sormazdı, o rayları ezbere biliyor.

neyse ritmin sonunda eskişehir vardı. şairlerin fısıldadığı garip satırları geride bırakmıştım, yanımda bir adet birhan keskin kitabı vardı, her ihtimale karşı..

istasyonları görünce ağlamaya başlayan ben bu sefer sonsuz bir mutlulukla koşuyordum ve işte oradaydı, rüyaların kadını, selin. abi yok, ayrı bir telekineti bu, sen beni güldürmeye başlıyorsun, ben gülmeye başlıyorum ondan sonra seni susturamıyoruz. bunun üzerine konuşmalıyız bir kez daha. daha yanına varır varmaz cesaret kaplıyor içimi, sanki kimse bana kızamazmış, kıyamazmış gibi, öksürüyorum sonra bir kadın giriyor aramıza, ben sağ sol dansı yaparak seninle iletişimi kuruyorum..

eve varıyoruz, ben hala heyecandan yanımda kıyafet getirmediğimin farkında değilim, "sarışın olan nihan, kumral olan ılgın"

kapıyı çalıyoruz, 32 diş karşımızda, merhaba diyorum sonra bir dakika diyerek saç rengine odaklanıyorum, ben nihan olanım diyor.. ılgın duşta.

tanrım eve girer girmez sonsuz bir huzur kapladı içimi. senin evindi orası, içeride gülyabani ile vecihi bile yaşıyor olsa orası sonsuz mutluluk ülkesi gibi, neverland gibi, işte tinkerbell duştan çıkıyor, hayatımda aldığım en seksi karşılamayı alıyorum.

bana doğru söyle, hep " e hadi giyinelim ve dışarı çıkalım" diyorsunuz değil mi? kendimi sokakta buluyorum, tek bir yaşlı bile yok, herkes genç be, bir de diyorlar ki 11'e kadar bira bedava, yahu ben daha ne isteyeyim, yanımda selin, kimsenin beni bilmediği bir şehir, bir ev, tinkerbell ve 32 diş, parti gözlüğü, twilight serileri.. işte bu yüzünden sarhoşum ve sırıtıyorum.

benim saklanacak yerlerim azalıyor git gide, insanlarla konuşmadıkça anlatacaklarım imkansızlaşıyor, üzerine konuşulmayan üzerine içilir, aşk içimde bir kanser gibi büyüyor, kafamı buldozer gibi düzleştiriyor. anlattıkça boğuluyorum.

aslan sütüne yaslanmışım, yarı ağlıyor yarı gülüyorum, tanrım rüya olmalı. zaten rüyanızdan uyanamadım o sebeple geldiğimden beri sabah yatıp akşam kalkıyorum, durumum fena sayılmaz, emrah serbes 11 yıldır bu haldeymiş..


porsuk kenarında fotoğraf çektirmek, sokak köpeklerine yakup demek ve yakuplar gibi içmek.

çok geç oldu artık yatsak mı, yarın kalkamıyoruz, ya bırak kalkamayalım bir kere, bir kere de sapıtalım, saçmalaşalım, bir kere özgürleşelim, bir kere pişman olmayalım, ben aşık olmayı bırakayım, sen düşünmeyi bırak, sen keşke demeyi bırak ben artık demeyi bırakayım.

toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine, insanları görmek istiyorsan onların seni göremeyeceği bir yere gitmelisin.


tanrım çok mutluyum ki sen varsın, sen beni güldürüyorsun ve beni daha geniş bir salona almış alıyorlar, şekeri geçmiş sakızları toz şekere batırıp yiyelim, gökkuşağına bakarken güneş gözlerimizi yakmasın. güneşe bu sefer küsmedim ben. ben çok mutluyum.

arkada bırakılmışlık büyük dağınıklık getiriyor sadece, yazdığım yazılar sigaranın ücretini karşılayabilse keşke, içki için para istemiyorum, sigara için sadece, içmeye her zaman para bulunur. şeytan gibi parçalarken aşk içimi, ben unuturum.

sen de bir gün o kocaman gülümsemeni yüzünde hissettiğin gibi, kalbinde de hissedeceksin...

of selin, what the fuck was I thinking when I loved him....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder