* eskiden bu bayram tatillerinde birden karar alır bir yerlere giderdik, yolda kavga gürültü olurdu çok az, sonra ben yatan olurdum hep, ayaklarımı ablamın kucağına uzatırdım, kilolarca abur cubur yenirdi yolda, çünkü yolda ağız hep çalışmalıydı. bir de tatilin bittiğini kimse idrak edemezdi, zaten devamsızlık problemi olan bir çocuk olaraktan sürekli tatillere haftalar eklerdik, bırak okula döndüğümde kendimi derse vermeyi, hala o tatillerin etkisinden çıkabilmiş değilim. hehe, burası komikti.
ayakkabılar benim
2008
2008
* ryan adams'a büyük haksızlık etmişim, "he yaa, wonderwall coverı var o herifin, iyi de söylemiş" derdim sorsanız, ama bugün öğrendim ki adam kalkıp sylvia plath için bile şarkı yapmış, bir de come pick me up diye bir şarkısı var ki çok iyi şarkı. bir de hazır konuya gelmişken, başlığı da kendisinin adı yapmışken şu konuya parmak basayım istiyorum, sylvia plath sorunlu bir çocukluk geçirmiş, bir dönem akıl hastanesinde bile kalmış, defalarca intihar girişiminde bulunan amerikalı bir yazar, kendisi defalarca intihar etmeye çalıştığı için gerçekten ölmek isteyip istemediği tartışılıyor hala, fakat bir insan çocuklarını yatırıp, odalarına süt ve kurabiye koyduktan sonra, gaz girmemesi için çaba harcayıp, kafasını fırına sokuyorsa ölmek istemiştir.
* peki kim bu nilgün marmara ?
58 doğumlu türk kadın şair, herkesin tanıyıp, görüp anlaması gereken bir kadın ama bu beklenti çok saçma, zira ergenlerin idolleri genelde cesaretini bacak arasına sıkıştırmış olan marla singer ve benzeri karakterler oluyor. kendisi boğaziçi üniversitesi ingiliz dili ve edebiyatı öğrencisiyken, sylvia plath üzerinde çalışmalar yapıyor ve zaten katlanılır bulmadığı hayatını sona erdirmek için doğru bir karakter seçtiğini söyleyebiliriz, nilgün marmara çeşitli şiir ve yazılarıyla insanları etkiledikçe, kendisi daha da dibe batarak şunu bile söyleyebilmiştir; "hepiniz mezarısınız kendinizin" sylvia hayatını anlatırken, nilgün marmara kendi hayatı hakkında düşüdüklerini yazmıştır, 29 yaşında tek bir ses bile çıkarmadan kendisini evinin balkonundan boşluğa bırakmıştır, arkasında kırık dökük cümleleriyle, ölümünden sonra cemal süreya; "bu dünyayı başka bir dünyanın bekleme odası olarak görüyordu" demiştir. yazının sonunda bu iki kadının da bir kaç sözünü paylaşacağım!
* emma thompson çok sevdiğim ingilizlerden biriydi, özellikle stranger than fiction ya da angels in america gibi yapımlarla kendisine hayran bırakmıştı, fakat gel gör ki kariyerinin en berbat rolü harry potter serisindeki sybil trelawney. olmamalıydı, o kadın emma thompson olmamalıydı. bu da böyle bir düşüncem.
*çok hızlı bir şekilde iki paket sigarayı bitirince insanın ağzının tadı değişiyormuş, şu an ketçaplı patlamış mısır yemiş gibi bir tat var ağzımda, belki de öksürüktendir bilmiyorum ama şu an bu tat var.
* 2010 yılı dahilinde gidilemeyen konserlerime midlake de eklenmek üzere, ama midlake çok önemliydi diyorum kendi kendime sürekli, hayatımın en eğitici döneminde benimle beraberdi, ama zaten bu tip dönemlerde edinilen müzikler hep o dönem çevrede olan insanlarla dinlenecekmiş gibi bir his uyandırır insanın içinde, bir gün kalkıp gelirler ülkeye ama etrafınızda o insanlardan hiçbiri neredeyse yoktur. bunu çok sevdiğiniz bir grup bulduğunuzda düşünün, aynı tahlili siz de yapacaksınız. insanlar varlardır ve yoklardır. hatta şu linki de koyayım hemen buraya; http://velevkiyasiyoruz.blogspot.com/2010/03/chasing-after-deer.html
* facebook'tan kurtulma isteğim giderek daha da hız kazandı. bilemiyorum iradem bu konuda ne diyor.
*bir uçağa binme fikridir gidiyor yine evde, reddediyorum! hele annemle hayatta uçağa binemem!
* istanbuldan çıkmak istemiyorum şu an, yani 15 gün uzaklaşma fikri bana hiç de yaratıcı gelmiyor, gerçi bana kalsa evden bile çıkmak istemiyorum hatta yataktan bile ama gel gör ki hayat idame ettirmeye çalışıyoruz. güneş görmediğimden sanırım tam 2 aydır gribim devam ediyor, öksürük, horlama gibi etmenler su yüzünde. son 10 gündür korkunç bir boğaz ağrısıyla uyanıyorum ama zaten sabahları mutlaka bir yerim ağrır.
*soul kitchen'ı izledim en sonunda, belim ağrıdı be! ne acıydı o öyle, fatih akını sevmeye devam edeceğiz! birol ünel'i de seviyoruz ama bir filminde de içmesin şu adam, nolur!
filmin en feci sahnesi.
*şimdi bu je vais bien, ne t'en fais pas filmini bir kez daha izleme vaktim geldi sanırım, aaron'un şarkısını, klibini ve daha sonra da filmi buldum. lili, zavallı lili. aslında kardeş sevgisinin anlatıldığı bir film olarak görülse de direk evlat sevgisini anlatıyor. izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. soundtrack'i zaten inanılmaz, u turn lili, mister k. iki şarkı evet. iki şarkıda birbirinden adi. soul kitchen'daki bel ağrısı gibi. günlerden bir gün, ben bu şarkıyı birden şule'ye yolladım, neden yolladığımı hatırlamıyorum, beğeneceğini anlamışım, hadi ryan adams'a bağlayalım, evet ryan adams yüzünden. yolladıktan sonra da zaten süper kültürel birikimli insanla iletişim yoğunlaştı, işten ayrılma dönemi, bol vakit ve saatlerce ya da günlerce müzik, film, dizi konuşabileceğim bir insan. daha sonralarında da yoğun iletişimi biralar, kahveler ve erkan oğurlar takip etti, oysa kendisini ilk gördüğüm yer canlı popüler müzik yapılan bir yerdi, aslında iyi bir iş başarmışız gibi duruyor bu kadar dışarıdan yorumlayınca. elimden bir kadeh daha rakı içerse her şey çok daha süper olacak. ama rakıyı bıraktım. bir çare buluruz bu duruma.* şu ceylan özçelik beni yanında işe alsın istiyorum, tanıyan varsa söyleyiversin.
gelelim yazıyı yazma sebebime,
sylvia plath
"your body/hurts me as the world hurts god."
"I talk to God but the sky is empty. "
"Is there no way out of the mind?"
"What did my arms do before they held you?"
nilgün marmara
"burada daha ne kadar öleceğim.. gökyüzüyle yeryüzü arasında bulutu haraca kestiğiniz bu yerde, sizi sevmekte ölüyorum bayım.."
"maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın hepiniz mezarısınız kendinizin...''
"ben hakimim masum bey "
"ey, iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder