24.11.10

betty caine

şüphesiz vardır "o", kendi bahçesi vardır, sırlarını, kapaklarını, kapılarını ve tuzaklarını ezbere bilir, hem de bloody well bilir. sonra onun oradan çıkabileceği tartışılır ama o asla oradan çıkmayacaktır. belki olur da bahar gelirse, papatyaları suyun üzerinde yüzdürür.

yukarıdaki paragraftan anlaşıldığı kadarıyla bu "o" güzel bir yerde yaşıyor, sonuçta bahçe var, su var, papatyalar var. peki hangimiz şanslıyız onun kadar ?

ölmüş bir doğayı teslim ettiler bize, belirsiz bir geleceğin apolitik çocukları olarak okuma yazmayı öğrendik darbe görmüş insanlardan. her zaman korkmayı öğrenerek bu günlere geldik. hangimiz biliyor acaba nereye gideceğini ? hangimizin belirgin bir fikri var kafasında, "bu bitsin, bunu yaparım" diyen hiçbir kimse yok etrafımda, her şeyin sonunda, "hiç işte" geliyor.

hüzünlü güverte gezileri beşinciye varamamış elimdeki kitapta, ama ben beşyüzüncüye vardım çoktan, o mükemmel doğaları, yolları, insanları sadece mükemmel kitap, film ve şarkılardan duyabiliyoruz. gidip görenler tek tük, gidip görenler şanslı mı şanssız mı bilinmiyor.

bir şeyden pişman olduğunuzda her şey daha kolay olur, eğer pişman değilim diyorsanız arkanızda bıraktığınız, yanınıza aldığınız, tekrar arkanızda bıraktığınız, bir şekilde bir kaç cümle konuştuğunuz insanların hiçbir önemi kalmıyor, insan ya gitmekten ya da geri gelmekten pişman olmalı yoksa o yol gittikçe kendine kapanıyor, sonra diyor ki, dön rüzgara, geri git, görünen o ki, ileride hiçbir şey yok, her zaman her şeyin en başına gitme isteği göçmen değil asla, hepimizde yerleşik düzen kurmuş. bu kapanan garip yolda insan kendine dökülmeye devam ediyor, içine dökülüyor. insanın hiçbir iz bırakmadığı veya hiçbir izle yola devam etmediğini anladığı an hiçbir şeyin hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağına denk düşüyor.

yazmak istemiyorum aslında ben, başka çarem yok ama. ben daha fazla öelemeyeceği için yaşamayı seçen insanlar gördüm, daha fazla göremeyeceği için kaçamayan insanlarda gördüm. katlanmayı görev edinen insanlar da gördüm. sıkıcıyım. sıkıcı olmak elimde değil. bir şekilde bir şeyleri dökmem lazım. richmond mı, yoksa ölüm mü? koşmak mı yürümek mi ? içimi dökmem lazım, yazarak.

yani sırf o dedi diye, gözlerimdeki ışıkla onu takip etmeye devam etmek mi yoksa durmak mı. bilemiyorum. artık trenlerden daha çekici gelen bir şey yok, biraz da şarkıların bitmeden tekrar başlamalarını seviyorum, saatlerce o işle uğraşabilirim, son 10 saniyesinde tekrar başa sarıyorum.

bir keresinde thom yorke kurbanı ökse otu demişti biri bana, o biri şimdi epic failler yaşamakla meşgul ben hep o günlere dönmekle. sanırım artık kendi suçlarımı aramaktan vazgeçmeliyim. yazının gittikçe boyut değiştirdiği bu yerdeyim şimdi. burada da bırakıyorum.

aha valla da bıraktım.


dağda bayırda the leaving song söyler chris, yapar cidden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder