ben bir ara bu şekilde öleceğimize inanmıştım, ayı gibi içmek terimini daha yeni kafama soktuğum vakitlerdi. o kadar her şeyi boşvermiş bir durumdaydım ki, (evet, o benim her şeyi boş vermiş halimdi) fotoğraftan görüldüğü üzere hep benden öndeydin, ben bir taneyi bitirirken sen 2incinin sonuna geliyordun. insan değilsin.. şimdi ben biraz o günleri özledim, o kadar ucuza içmeyi, istediğim şarkıların oturduğum mekanda çalmasını falan. (diğer konuyla alakalı bir özlem yok, yanlış anlaşılmasın)
wereyda demek benim için, bütün gördüğüm insanların ötesinde olabilmek demek. her şeyden farklı olabilmek demek, fazla zeka ile gelen cesaret ve güven demek. baktım da kasım ayından beri ben bu herifin şarkılarını dinliyorum, bu herifin dediklerini okuyorum, kendimde değilim zaten artık pek... bugün "bright future" dinlerken kendisine söz verdiğim yazı geldi aklıma, artık yaz dedim, yaz da bir sözünü de tutmuş ol..
adını duyduğumdan, tanıştığım güne kadar nefret ettim kendisinden, saçma sapan bir sebep için, hep geri çektim kendimi, senin ulaşmış olduğun o yerden korktum, şimdi sadece " wereyda haklıydı" diyorum...
parlak bir gelecek istemiyor oluşundan dolayı bu adam çok haklı, parlak geleceği ne etsin ki? bir apartman dairesinde yaşa, sabah 9 akşam 7 işe git, gel. servislere bin, öğlen yemek yemeye çık, akşam eve gel, televizyon izle, gittikçe yükseldiğini sanarken sömürsünler seni.. bu hayat wereyda'nın hayatı değil, bu kimsenin isteyeceği bir gelecek değil zaten..bu itildiğimiz gelecek.. parlak gelecek, düşünülmeyen gelecektir, "ben ne olacağım" korkusunu barındırmayan gelecektir.
ben ki fazla hızlı ilerlediğimi düşünerek arada sırada korku nöbetlerine tutuluyorum, "oha lan, ben 2-3 sene sonra ne olurum acaba" diyerek üzülüyorum falan onun buna ihtiyacı yok zira o nasıl yaşayacağını, ne edeceğini çözmüş.. ben ise yaşamam gerekeni yaşamaktayım..
"dreams are only real as long as they last"
"istanbul'a neden döner ki bir insan?"
keşke senin kadar özgür olabilsem. upper air adlı albümünün kapağında kaybettim kendimi ben.. sıkışıp kaldığım noktadan ufak teselliler ararken kendime, arkama her baktığımda kalan insanlara dair içimde ne bir sevgi, ne bir özlem bulamayışım, geçtiğim yollara sadece öfkelenişim var. pişmanlık asla yok ve eminim bu böyle gidecek. zira ben dinlemek, okumak, sevmek ve garip bir kaç acıyı çekmekten başka bir şey yapamayacağım.
sen kafasında kuşlar patlayan ikinci adam olarak aklımda kalacaksın, asla sahip olamadığım cesaretle dolanacaksın, ben üzerimdeki kıyafetlere bakıp her seferinde "ben" olmadığımı öne süreceğim. etrafımdaki kimse beni benimseyemeyecek, kimse bana tamamen yaklaşamayacak, yaklaşmasınlar da zaten. bu yüzden farklıyım.. göremediklerini görebildiğim, hissedemediklerini hissettiğim için.
kimse bizim gibi olamayacak, ama ayrıca kimse senin gibi de olamayacak..
yarın geç olacak diye başlayan bir şiir var, artık okumuyorsun sen o şairi. ama çekmeceye sıkışıp kalan melek değil bildiğin, umut, insan diyor ki, şimdi bir çekmece açılacak önüme ve içinde kurtuluşum olacak.. (aklıma shawshank redemption geldi"kurtuluş incilin içinde") çünkü insanlar her zaman birinin gelip kendilerini kurtaracağına inanırlar.. çekmece meleği de onun gibi bir şey işte..
sana anlattığım garip hikayeden sonra yaptığın yorumu unutmayacağım, "sen bu hale gelmeye mecburdun.."
bunu düşünerek sıyrıldım o işin içinden, aklıma bile gelmiyor artık, artık yeni tanıştığım insanlar o olayı bilmiyorlar. olan olmuş, olan bana da olmuş ve bu bana olmak zorundaymış..
oracles always lie, sky is full of memories diyor. ilk başlarda bana da öyle geldi ama oracles always lie! yok öyle şey, bildiğin gökyüzü işte... kafamın içindekilerden kurtulmadığın sürece her şeyde gözünün önüne gelecekler.
rüya gördüğümüz zaman aylarca etkisinden kurtulamıyoruz, altında sürekli bir şeyler arıyoruz, insanların artık bilinçaltlarını o kadar iyi keşfetmişiz ki artık suratlarına bakmamıza gerek kalmıyor, ses tonundan, tarzından nasıl bir karakter olduğunu anlıyoruz. ama insan her zaman rezildir, her zaman iğrençtir. insan her şeyi hakeder. sen dağıtmaya devam et insanlığı...
"Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. İnsanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar. On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı, toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin. Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpüyle değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa gerçekten yemek lazım, yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaş’ta bıraktığımız o ev. Bırakabildiğimiz tek ev. Beş kat seksen iki basamak. Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede. Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı."
emrah serbes
toza dumana
toza dumana
teşekkür ederim wereyda. unutmadan jeff buckley'i gördüm rüyamda, selam söyledi.
biz de erken gidecekmişiz.. ,)
görüşmek üzere.
black heart procession'a gelirsin herhalde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder