12.2.11

bir yer. birileri.

tünelleri düşünmek gibi bir alışkanlığım var, aslında bunun şubatla ilgisi büyük, geçtiğim en uzun tüneli şubatta geçmiştim. 2009 şubat. tünel aynı tünel, yol bitmeyen yol, aslında bitti. labirentin duvarıyla karşı karşıyayım şimdi. yanlış yolda ilerlemeyi bir köşeye bıraktım. şimdi sadece duruyorum, üstelik yol bile değil durduğum yer. saçmalığın daniskası. anneme rüyalarımı anlatmaya başlayınca, mutfağa gidiyor.

sabahları hep sana benzerdi belki.
bir eksikliğin ağırlığı garip gerçekten, olmayan bir şey insanı nasıl yorabilir. bunu görmek mi gerekiyor illa ki. ne gerek var demediğimde, herkesin anladığını düşünüyorum. ben hiçbir şey demiyorum.

onulmazlığımı deştikçe içinden ben çıkıyorum, ben kendimle karşılaştıkça daha çok deşiyorum. bu bir onulmaz hastalıkmış. zaten bu isteksizliğin sebebini çok fazla araştırmamalıydım.o kadar açık ki. aslında ben çok iyi biliyorum, uzun süre kendinden bahseden birinin katlanılmaz olduğunu, ama o an farkında değildim kendinden bahsettiğinin. uyumsuzluğa takılmıştım ben. çoraplarımla biranın uyumsuzluğuna, miktar ve kişi sayısının uyumsuzluğuna. drake şarkılarının aslında belli belirsiz olmalarına. araba kornalarının bir şey anlatmadığına. dinlemek zorunda olduğumuz sessizliği trenlerin bozabileceğine. arka arkaya çok ağır cümleler kurulduğunda zaman sıkılır ve yavaşlar. ölümden konuşmanın dayanılmazlığı onun yakın olmasıdır, hemen yanında falan işte. drake şarkıları gibi belli belirsiz bir insana dönüşüyorum. olsa da olur olmasa da insanı. evet işte, bana ne istediğimi bilmediğimi söylemekten vazgeçin, ben var olmak istiyor muyum onu sormayı deneyin.


bu garip mutsuzluk bir yerde bir şiddete dönüşecek demişti biri. ne kadar çok biri var. siz farkında mısınız. dark mobsonlar dökülüyor kafamdan. bu his geçer. babamın futbol aşkıyla gülümsediği, annemin yemek dumanıyla büyülendiği. televizyonun sesinin her zaman makul olduğu, müziğin sıradan bir şey olduğu, o "biri"lerinin kimse olmadığı. hepsinin birer ismi olduğundaki gibi olan o his geçtiyse. bu his de geçer demek istiyorum.

fakat geçecek gibi değil, bu kadar mantıksızlık, mutsuzluk, gerginlik nasıl bir araya geldi, ben daha iki kelimeyi bir araya getiremiyorum.

aşırılıktan ölüyorum.
beni susturabilecek misiniz ?

her şeyin bir şeyleri hatırlattığı doğru, birinin gidişi bana kendi gidişimi hatırlatıyor, daha çok ağlıyorum, birinin gelişi bana başka bir gelişimi hatırlatıyor, huzurla doluyorum. balkonda otururken hep atlayanları düşünüyorum, koşan atların düşen atları hatırlatması gibi. zınavadan çıkıp balkona koşarken ne diyeceksiniz, ağzınızı kapatın lütfen. bunun olacağını bildiğiniz gibi bununla yaşamayı da başaracaksınız. siz her şeyi o kadar güzel başarıyorsunuz ki, benim ruhum bedenimden ayrılıp koşmaya çalışıyor. ben farlara koşarken, nasıl bağıracaksınız ?

gilbert'i çok iyi anlıyorum, keşke anlayamasaydım. anlayamasaydım, kendimi de, onu da anlayamasaydım. bu kadar iyi bilmeseydim.
şimdi beautiful losers okuyacağım. itirazı olan ?
aslında bir şeyi, başka bir şeye benzetmekle geçiyor tüm vaktim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder