25.7.11

can sıkıntısı

Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var.
Gözleri bilançolar, manzumeler, ilamlar,
Romanslar, sevgi talan mektuplar, makbuzlara
Sarılı gür saçlara dolu bir büyük masa,
Saklamaz daha çok sır üzüntülü kafamdan,
Bu bir ehram, bir mahzen, öylesine kocaman,
Fakirler çukurundan daha çok ölüleri,
-Ben ayın tiksindiği bi rmezarlığım şimdi; -
Orda azaplar gibi sürünür uzun kurtlar,
En can alıcı ölülerime boyuna saldırırlar
Solmuş güllerle dolu eski bir odayım ben,
İçindeki eşyanın yıllar geçmiş üstünden,
Orda üzgün pasteller, uçuk renkli Boucher'ler,
Dağılan bir kokuyu içlerine çekerler

Bıkkınlığın yemişi, dinmez can sıkıntısı,
Ölümsüzlüğün sonsuz ölçüsünü aldı mı?
Karlı yılların ağır yumakları altında,
Topal günleri geçmez hiçbir şey uzunlukta.
-Artık ey canlı madde! belirsiz bir dehşetin
Sardığı bir kayadan başka bir şey değilsin.
Bir sisli kum çölünün dibinde uyuklarsın,
Bir sfenks ki meçhulu aldırışsız dünyanın;
Har'tada unutulmuş ama hırçın sesiyle
Yalnız şarkılar söyler, batıp giden güneşe.

Charles Baudelaire

16.7.11

sleeping in the fire

bazen, depremi hissediyorum, oturduğum yerde. depremi duyuyorum. biraz başım dönüyor önce, sonra yavaşça kabulleniyorum. nabzımın ne kadar yükseldiği, kanımdaki demirin ne kadar azaldığı veya başımın ağrısının daha ne kadar süreceğini çoğu zaman umursamıyorum. elimden gelen neyse onu yapmayı seviyorum. elimden gelen sizi ancak bu kadar iyi hissettiriyorsa, bunu umursamıyorum.

hiçbirinizin görmediği gözleri, gece karanlığında gerçekten korkmayı, herhangi bir er'in ölmek hariç askerde yaşayacağı tüm işkenceleri neredeyse bir bir yaşadım, üstelik benim bir şeyi öğrenmem için çok erkendi, hatta o tip şeyleri öğrenmeden hayatta kalabilirdim. çünkü kalabilen insanlar var, çok güzeller. çok sadeler. garipliğe dair çok şey bilmiyorlar. iç acılarının toplamı ellerimin parmaklarıyla sayabileceğim kadar. o insanların etrafımda olmasından dolayı hissettiğim derin huzuru kısa şarkılar bozuyor, nefesimin kesilmeleri bozuyor. her şeyin altından kalkan insanoğlu duraksıyor. ben tekliyorum. tek tek, tek bırakılıyorum.

dokunamadığım hatıralarımın üzerine, hatırlamak istemediğim anlar biniyor, herhangi bir gün birini aramam gerekiyor ve arıyorum. ve konuşuyorum ve suratına gülüyorum. o insan aslında bana zamanında öyle bir ihanet etmiş oluyor ki, hem de belki 12 yaşımdayken ben, ya da 18 yaşımdayken. her şeye sustum ben ve devam ettim. gülümsemeye devam ettim.

ben o kadar çok şeyi görmezden geldim ki, söylenen herhangi bir şeyin bana zarar verebileceğine inanmıyordum, kalbimin yerine demir koyduğuma adım kadar emindim, parmak uçlarımın ateşin sıcaklığını hissedemeyecek kadar zamanında yandıklarını biliyordum. herhangi bir ihanet veya yalana asla dokunmayacağımı biliyordum. ben çoğu şeyi biliyordum. ama gel gör ki iflasın eşiğindeki herhangi bir patron gibi, hayatımın tüm kontrolünü yitirdim. üzülmeyeceğim şeyler gece yarısı kafamın içinde bağırmaya başladılar. her uykum, ani bir nefretle bölündü. herhangi bir şey dikkatiğimi dağıttı her an yalandı, dikkatimi dağıtan tek şey hatırladıklarım oldu, hatırladıklarım ve içime atamadıklarım. yine kısa şarkılar üzdüler beni. dizlerimin üzerinde herhangi bir sokakta çığlık atmadım kimseye, kimsenin karşısına geçip, bana yaptıklarını anlatmadım, kimsenin yüzüne bana söylediği yalanları vurmadım. bildiğim sırları sonsuza dek yok ettim dilimden. duyduğum sır, dilime gelemedi hiçbir zaman. kilitleyip dolapların altına sakladım. bensiz açılmayacak şekilde.

sustum çünkü konuşsaydım, eğer söyleseydim dilime gelenleri, bundan önce sustuğum tüm ihanetlere ayıp olacaktı. bütün o korku dolu anlarıma, bütün o yalnızlıktan çıldırmak üzere kendimi soğuk suyun altında saatlerce oturttuğum anlara ayıp olacaktı. neden sustun? çünkü susmam gerekiyordu. eğer konuşmaya başlasaydım çocukluğumun tüm söküklerini sökük bıraktığım, buna göz yumduğum için zaten yaşamayı beceremediğim hayat daha da zorlaşacaktı. hayatta hiçbir arkadaşıma isyan edemedim.

tek istediğim, yanımda durabilmeniz ve soru sormamanızdı. siz saçmaladınız.
bakın şimdi ne kadar üzgünüm.

14.7.11

11.7.11

zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez.

orada bir kadın var
kadının içi dapdar
beyni başı patlar
kendinden geçer...
onu bunu bilmez
görmeden inanmaz
kendinden geçer...

yeter... yeter...

yalnız mı kaldınız, ben miydim size iyi gelen, çok mu kalabalıksınız, içiniz içinize mi sığmıyor, o zaman gelin ve yaşadığım o küçük köşede beni dinleyin, dinledikten sonra ağlayarak odamdan ayrılın, sonra beni anladığınızı düşünün ve yolunuza devam edin. herkes için çok zor olan bu yaşamı kendinize biraz daha ızdırap haline getirin. size en son baktığım şekilde hala o köşede oturuyor olacağımı düşünmeyin, gözünüzün önüne zaten o şekilde geleyim ben. orada, o şekil otururken.

ben kafanızın boşluğunda çok hızlı döndüm. çok sustum. fazlaca sustum. gelip buralara öfkeler kustum, ben de isyan edeyim lan ne olacak diye merak ettim. sadece öfke çıktı.

sustum. devam ettim mükemmel koordinasyon olmaya, derdini tasasını dışarı taşımayan, kimseye bir sorun olmayan, uzaktan kumandalı herhangi bir gereç gibiydim; "şimdi seviyoruz!" , "şimdi nefret ediyoruz!" click, click. ruhumun her zerresi içtiğim bardakların içinde boğuldu. acıtmaz dedim, dedim önünü alamadım. sustum ve devam ettim.

durdum, elektrik çarpınca birisi enseden kafayı öne ittirmiş gibi olur, o köşemde onu tekrar yaşadım. ve durdum. durdum artık. hareket etmiyorum, düşünmüyorum, önemsemiyorum.

yıllar sonra ilk defa bu denli hissizim. bu denli umursamıyorum. hiç bir şekilde canım yanmayacak bundan sonra. bundan sonrası için de asla susmayacağım. susunca olmuyormuş.

belki alışman lazım ?